Merhaba uzay meraklıları

Hoş geldiniz ve umarım istediğiniz bilgiyi bulabilirsiniz

17 Aralık 2012 Pazartesi

Bir şey olacak çok yakında çok büyük bir şey dikkat edin ziyaretçiler, yakında Dünya çok büyük değişim yaşayacak

mars(kızılgezegen)

Kırmızı gezegen Mars, uzun yıllardır merakın, tartışmaların ve çeşitli kuramların odak noktası olmuştur. Dünyanın en yakın komşusu Mars’ta yaşamın ya da bilinmeyen bir uygarlığın var olması ihtimali insanoğlunu büyülemeye devam etmektedir.

1976 yılında Mars’a gönderilen Viking uydusunun Cydonia bölgesinden yolladığı görüntüler bilim adamlarını şaşkına çevirmişti: Görüntülerde, gökyüzüne doğru bakan insan yüzüne benzer bir oluşum göze çarpmaktaydı. Bilim adamlarının çoğu bu görüntülere pek önem vermedi; eninde sonunda bu insanımsı yüz, Mars düzlüklerindeki oval biçimli bir katman üzerine düşen ışık ve gölgelerin oluşturduğu rastlantısal bir görünümdü. Uydunun görüntü çözünülürlüğünün pek yüksek olmadığını biliyorlardı, bu yüzden de ellerindeki bulanık, pürüzlü görüntünün gerçekte neye benzediğini söyleyemezlerdi. Kırmızı gezegenin bilim adamlarına çok daha ilginç gelen pek çok özelliği vardı, bu yüzden de “Mars’taki Yüz” olarak adlandırılan bu görüntü zamanla unutulup gitti. Sonuçta, Mars üzerinde herhangi bir zeki yaşam belirtisi yoktu, dolayısıyla da bu yüzün bilinmeyen bir varlık ırkı tarafından yaratıldığı düşüncesi pek mantıklı görünmüyordu.

Yoksa bu tutum yanlış mıydı? Viking uydusunun bu görüntüleri çekmesinden bir kaç yıl sonra, Goddard Uzay Uçuşları Merkezi’nden iki mühendis, Vincent DiPietro ve Gregory Molenaar, Mars’taki yüzü yeniden keşfettiler. Yüzün görüntülerinin basında yer alması halk arasında büyük heyecan yaratmıştı. Bu oluşum bir insan yüzüne o kadar çok benziyordu ki, NASA’nın görüntünün gerçek olmadığına yönelik açıklamalarına rağmen, pek çok kişi bunun gerçek olma ihtimali karşısında büyülenmişti. Yüz, Viking uydusunun güneş farklı açılardayken çektiği iki ayrı fotoğrafta belirmekteydi; her iki görüntüde de yüzün özellikleri aynıydı. Orantılar doğru gibi gözüküyordu. Görüntülerde yüzün, sağ yanı gölgede kalmasına rağmen, gayet simetrik olduğu göze çarpıyordu; doğal bir oluşuma hiç benzememekteydi.
Elektrik mühendisi ve deneyimli bir dijital görüntü uzmanı olan Mark J. Carlotto ve Kuzey Califoria’daki Sonoma Devlet Üniversitesi Felsefe Profesörü Stanley V. McDaniel gibi bir kaç bilim adamı, NASA’nın elindeki orjinal görüntüleri bilgisayar teknolojisinin de yardımıyla daha net bir hale getirerek ne anlama geldiklerini araştırma görevini üzerlerine aldılar. Bu netleştirilmiş görüntüler, yüzdeki diğer bir çok insanımsı özelliği daha gün ışığına çıkarmıştı. Bu insan benzeri yüz, bir tür kask giymiş gibiydi. Ağıza benzer görünümün içindeki dişler ve gözlerin irisleri görülebiliyordu. Yüzün dijital teknolojiyle oluşturulan üç boyutlu görüntüleri, resimde herhangi bir ışık ya da gölge oyunu olmadığına inananların savlarını desteklemekteydi. Bu da bizi asıl konuya getiriyordu: başka bir gezegendeki uygarlığa ilişkin kanıtlar…
Diğer esrarengiz keşifler
Bu mümkün olabilir miydi? Bu yüz, uzaylı bir ırk tarafından inşa edilmiş devasa bir anıt olabilir miydi? Eğer gerçekten dünya dışı bir ırk tarafından inşa edilmişse, neden bu kadar insanımsı görünüyordu?
Cydonia platosunda yapılan diğer keşifler, yüzü inşa edenlerin kimliği ve bunların dünya üzerindeki yaşamla bağlantıları konusunda ipuçları vereceğe benziyordu. Yüzün hemen batısında, yapay olduğu düşünülen bazı esrarengiz oluşumlar bulunmaktaydı. Bunlardan biri, yaklaşık 2 mil genişliğinde beş kenarlı bir piramitti ve yüze doğru işaret etmekteydi. Ayrıca, bir şehir kompleksine benzeyen oluşumlar da göze çarpmaktaydı. Bu üç yapı kusursuz bir ikizkenar üçgen oluşturacak şekilde düzenlenmişti.
Piramitler denince akla hemen gizemini hala koruyan eski Mısır uygarlığı gelmekteydi. Mars’taki piramitlerin keşfinden çok önceleri bile, bazı gruplar Mısır piramitlerinin uzaylılar tarafından ya da onların yardımıyla inşa edildiğini savunuyorlardı. Cydonia bölgesindeki piramitlerin keşfinden sonra, Yüz’ün varlığı ve taşıdığı anlam daha da önem kazandı.
Aslına bakılırsa, Cydonia piramitlerinin Viking uydusu tarafından çekilen görüntüleri ve Mısır Piramitlerinin havadan çekilen fotoğrafları dikkat çekici ölçüde birbirine benzemekteydi. Her iki gezegende de inşa edilmiş bu yapılar aynı antik uygarlığın eseri olabilir miydi? Bu teoriyi savunanlar, Mars’taki Yüz’ün pek çok yönden Mısır sfenkslerine benzediğini iddia ediyorlardı. Peki, Aynı varlık ırkı hem dünyada hem de Mars’ta yaşamış olabilir miydi? Bu ırk iki gezegende de zeki yaşamın tohumlarını mı atmıştı? Bu olasılıklar ve taşıdıkları anlam oldukça sarsıcıydı. Eğer gerçeği yansıtıyorlarsa bu, Dünya’daki yaşamın başlangıcı, insanlığın geçmişi ve evrendeki yerimiz hakkında şimdiye kadar inandığımız her şeyi alt üst edebilirdi.
Yüz Gerçekten Bir Yüz Mü?
Viking uydusu tarafından görüntülenen Cydonia’daki oluşum gerçekten de başlık takmış bir insan yüzüne benziyordu. Bu başlık bazı araştırmacılar tarafından Mısır ve Maya krallarının giydiği başlıklara benzetilmişti. Bu insan resminin yüz kısmının pürüzsüz olması bu kişinin ya genç bir erkek ya da bir kadın olduğunu düşündürüyordu.

Araştırmacı Richard Hoagland’a göre, Cydonia’daki bu androjen yüzün başındaki, süslü bir aslan yelesiydi. Yüzün bilgisayarda netleştirilmiş fotoğrafları incelendiğinde karanlıkta kalan kısım bir aslanın yüzünü andırıyordu.
Bazı araştırmacılar ise Yüz’ün Giza’daki sfenkslerin yüzüne benzediği söylemekteydiler. Hata bazı çevreler onun Turin’in kefenindeki yüz resmini andırdığını iddia ediyorlardı.
Peki ya Yüz’ün, Giza’daki muhteşem yapıların mimarı varlıklar tarafından inşa edildiği teorisi? Dünya üzerinde Mars’taki Yüz’e benzer şekilde inşa edilmiş antik bir anıt var mıydı? Öncelikle, Yüz çok büyük bir oluşumdu; yaklaşık 2.370 metre uzunluğunda, 1.900 metre genişliğinde ve 480 metre yüksekliğindeydi. Giza’daki Büyük Piramitle karşılaştırıldığında ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılıyordu; Büyük Piramit’in taban uzunluğu yalnızca 226 metreydi. Dünya üzerinde ölçüsel olarak Mars’taki Yüz’e en çok benzeyen oluşumlar Peru’daki Nazca düzlüklerinde görülen esrarengiz şekillerdi. Geniş Nazca düzlükleri üzerinde bulunan bu figürler o kadar büyüktü ki tam anlamıyla ancak havadan gözlemlenebiliyorlardı. Fakat yine de, Mars’taki yüz bu figürlerden çok daha büyüktü ve üç boyutlu bir oluşumdu.
Eğer Yüz gerçekse, Marslılar için iki yönden anlam taşıyor olabilirdi. Birincisi, Marslılar bu oluşumu havadan görme yetisine sahiplerse ve bu ırk hem Dünya’da hem de Mars’ta yaşamış bir ırksa, iki gezegen arasında uçuşlar düzenliyor ve Yüz’ü bir uçuş kulesi olarak kullanıyor olabilirlerdi. Bir diğer olasılık, Marslıların Yüz’ü, uzaydan ya da Viking gibi bir ziyaretçi uydu tarafından görülebilmesi için kasıtlı olarak inşa etmiş olmaları ihtimaliydi. Belki Yüz’ü dikkat çekici bir sinyal olarak kullanıyorlar ve bu sayede dünyalı kardeşlerine uzayda yalnız olmadıklarını anlatıyorlardı.
Carlotto, McDaniel ve Richard C. Hoagland gibi araştırmacılar komşumuz Mars’ta bulunan yüz, piramitler ve diğer esrarengiz oluşumlar üzerinde incelemeler yaparken ve ısrarla bunların zeki yaşam formları tarafından yapıldığına işaret ederken; çoğu bilim adamı bu tartışmaları görmezlikten gelmiş ve Mars’ı ziyaret edecek yeni bir uzay aracı üzerindeki çalışmalarına devam etmişlerdir.
1998 yılının bahar aylarında yeni uydu Mars Global Surveyor (MGS) Kırmızı Gezegen’e ulaşacak ve çözünülürlüğü Viking’inkinden çok daha fazla olan araçlarla Mars’ın detaylı bir haritasını çıkaracaktı. Yüz’ün gerçekliğine inananlar, bu sayede Yüz’ün ve piramitlerin gerçekten de yapay yapılar olduğuna dair daha fazla kanıt elde edileceğini düşünerek heyecanlanıyorladı. Fakat, bu sırada NASA tarafından alınan karar pek çok kişiyi şoka uğrattı: Global Surveyor’ın haritalandırma görevini sınırlandırılmıştı; NASA, en azından o an için, Cydonia’daki oluşumların yeni görüntülerini almak niyetinde değildi.
Peki neden? Uzay ajansımız nasıl olur da insanlık tarihinin en önemli keşfi olabilecek bu olayı kasıtlı olarak görmezden gelebilirdi? En azından, Yüz’ün zeki yaşam formları tarafından inşa edilmiş bir yapı olduğu yönündeki iddiaları çürütmek için Cydonia’yı yeniden görüntülemeliydiler. NASA’daki bilim adamları bu sorulara, Cydonia’nın araştırmalarında öncelik taşımadığını söyleyerek cevap verdiler. Cydonia’daki oluşumların yapay olduğu düşüncesini ciddiye almıyorladı; onlar için Mars üzerinde jeolojik açıdan Cydonia’dan daha çok önem taşıyan bölgeler vardı.
Fakat NASA, bu kararı yüzünden halkın geniş protestosuyla karşılaşacaktı. Pek çok kişiye göre, NASA’nın bu yaklaşımı birşeyler gizlediğini göstermekteydi. Halkın yoğun baskısı, NASA’nın bu konuda yumuşamasını ve Cydonia bölgesini yeniden görüntülemeye karar vermesini sağladı.
Nisan 1998’de MGS, Cydonia bölgesinin Yüz’ü ve piramitlerden birini içine alan kısmını yeniden görüntüledi. Internet üzerinden de yayınlanan bu görüntüler, bu yapıların jeolojik süreçler sonucu oluşmuş katmanlardan çok mimari yapılara benzediklerini ortaya koymuştur.
Sonuçta NASA, istemeyerek de olsa, bize Mars’ta yaşamış bir uygarlığa ilişkin kanıtlar sunmuştur. Bu kanıtlar, Richard Hoagland gibi teorisyenler tarafından tüm yönleriyle tartışılmış; Mars ve Mars’ta yaşam üzerine yeni teoriler üretilmiştir. Yüz, piramitler ve şehir kompleksi gibi yapay görünümlü oluşumların bulunduğu Cydonia bölgesinin jeolojik yapısı üzerindeki incelemeler, bu bölgenin eskiden sığ bir içdenizle kaplı olduğunu ve bu denizin şehrin sınırlarına kadar uzandığı ortaya çıkarmıştır. Yüz’ün bilgisayarda netleştirilen fotoğraflarında gözbebekleri, ağız içindeki dişler gibi şaşırtıcı detaylar göze çarpmıştır. Beş kenarlı piramit detaylı olarak incelendiğinde, köşelerindeki destekler gözlemlenebilmektedir. Eğer NASA’daki bilim adamları bu bulguların ne anlama geldiğini açıklasalardı, belki de detaylar hakkında bu kadar çok teori üretilmeyecek ve gerçekler tartışılacaktı. Fakat NASA, Cydonia bölgesi hakkında hala sessizliğini korumaktadır.
Richard Hoagland’ın “Mars’ın Anıtları” adlı kitabının önsözünde araştırmacı Richard Grossinger, Mars’taki bu keşfin zamanlılığına ve dünya üzerindeki etkisine ışık tutmaktadır: “Richard Hoagland, bizi Yüz’ün varlığını kabul etmemeye iten şeyin korku ve ilgisizlik olduğuna inanıyor. Onun doğal mı yoksa yapay mı olduğu hakkında bile tartışmak istemiyoruz. Doğamızdaki birşeyler kendimizle bu şekilde yüzleşmemize izin vermiyor; sonuçta bunun yansımaları Batı biliminin katı papazlığına ve Batılı din yetkililerine zarar verebilir. Eğer Mars’ta bir insan yüzü varsa, bu alışılmış herşeyi silip süpürebilir. Mars’ta bir yüz bulunması, insanlık tarihinin bu noktasında ve varolan bunalımların ortasında o kadar beklenmeyen bir şeydir ki, bunun varlığının onaylanması önümüzde yepyeni yollar açacaktır.” Grossinger’in bu yorumu hem Cydonia fenomeninin insan ruhu üzerindeki etkisini yakalayışı bakımından, hem de bunun dini düşünce kurumları için ne anlama geldiğini anlatması bakımından oldukça dikkat çekicidir.
Cydonia bölgesi hakkında açıklama yapmasa da Mars’a olan ilgisini kaybetmeyen NASA, 2005’te Mars’a yeni bir uydunun gönderileceğini ve bu uydunun çözünülürlüğü Surveyor’dan oldukça yüksek bir kamera taşıyacağını duyurmuştur. Her ne kadar 2005’teki bu gelişmenin bize çok şey öğreteceği bir gerçekse de, Cydonia bölgesindeki yapıların doğal mı yoksa yapay mı olduğu kesin olarak ancak astronotların Mars’a ayak basmasıyla anlaşılabilecektir.

Mars üzerinde uzaylılar tarafından inşa edilmiş yapıların bulunması ihtimali bilim tarihi için bir dönüm noktasıdır. Mars üzerinde –zeki ya da mikrobiyal- bir yaşamın varlığı hala kesin olarak kanıtlanamamakla birlikte, hiç de uzak olmayan bu olasılık insanoğlunu büyülemeye devam etmektedir.

ufo tipleri

Dünyamızda gözlemlenen UFOlar geleneksel uçaklardan çok daha farklı geometrik modellere sahiptir. İşte en sık rapor edilen UFO biçimlerinden bazıları:

• Diskler ve Kubbeli Diskler: Uçan daire adı verilen cisimler bunlardır. Bunların pencereler, iniş takımları, halkalar, kapılar gibi yapısal özellikleri bulunmaktadır.

• Koni: Koni biçimli UFOların pek çok çeşidi vardır. Bazıları tersyüz edilmiş koni şeklindedirler. Tabandan birleşmiş iki koni biçiminde UFOlar da gözlemlenmiştir.
• Küre: Dairesel ve küre biçiminde UFOlara dair pek çok gözlem raporu bulunmaktadır. Bunlardan çoğu gece gözlemleridir. Aynı zamanda yarım küre biçiminde UFOlar da gözlemlenmektedir.
• Boomerang: Boomerang biçimindeki UFOlar 1980’lerde gözlemlenmeye başlamıştır. Bu UFOlar genelde asimetrik bir şekle sahiptir; alçaktan ve yavaş uçarlar. Bunlardan bazıları yaklaşık üç futbol sahası büyüklüğündedir.
• Puro: 1940-1960 yılları arasında puro biçiminde büyük UFOlar nadirende olsa gözlemlenmekteydi. Bunlar bazen içlerinden disk biçiminde cisimler de çıkarmaktaydılar. 1949 yılında gözlemlenen yaklaşık bir mil uzunluğundaki puro biçimli UFO izleyenleri şaşkına çevirmişti. Günümüzde puro biçimindeki UFOlara nadir rastlanmaktadır.


08 Temmuz 1967′de ABD Cumberland’te fotograflanan Puro biçimli UFO
• Silindir: Bunlar, silindir görünümündedirler ve puro biçimli UFOlara göre daha ufaktırlar.
• Halter: Halter biçiminde UFOlar ortadan bir çubukla tutturulmuş iki küreden oluşmaktadır.
• Mantar: Bu UFOlar bir kubbe ve sapa benzer bir gövdeden oluşmaktadır.
• Piramit: Uçan, piramit şeklinde cisimlerdir.
• Dikdörtgen: Bazı UFO’lar biçim olarak aynı bir dikdörtgene benzemektedirler.
- Üçgenler: 1989 yılından itibaren yakın zamanlarda sık sık görülen bir UFO biçimidir. Üçgen UFO gözlemlerinin sayısı disk şeklinde UFO gözlemlerini aşmaktadır.

İlk defa Belçika’da görülen Üçgen UFO, 1989

25 Ocak 1997 Pine Bush, ABD
• Satürnler: Geniş bir küre ve onu çevreleyen bir halkadan oluşmaktadırlar.


TANIMLANAMAYAN YÜZEN CİSİMLERİ (U S O ’lar)
Çoğu kişi gezegenimizi ziyaret eden UFO’lar hakkında birşeyler duymuştur. Peki esrarengiz cisimler sadece gökyüzünde mi görülmektedirler? Bildiğimiz gibi, dünyanın büyük bir bölümü sular altındadır ve kanıtlar, UFO’ların gezegenimizdeki bir çok yere kimseye görünmeden gidebilmek için suları da kullandıklarını göstermektedir. UFO’ların deniz altında seyahat edenlerine U S O -Tanımlanamayan Yüzen Cisimler- adını vermekteyiz. Pek çoğumuz bunu bilmese de, bu esrarengiz denizaltı araçları hakkında pek çok gözlem raporu bulunmaktadır.

Özellikle Bermuda Şeytan Üçgeni’ndeki Bimini bölgesi, tanımlanamayan gizemli yüzen cisimler ve denizaltından gelen esrarengiz ışıkların sıklıkla gözlemlendiği bir bölgedir. Bermuda Şeytan Üçgeni’ndeki esrarengiz olayları araştıran zoolog, arkeolog ve oşenograf Dr. Manson Valentine, Bermuda’ daki USO gözlemlerinden şöyle bahsetmektedir: “Bu bölgede başka herhangi bir yerde yapılanlardan çok daha fazla gözlem yapılmaktadır. Yakın zamanlarda bölgede, uçak olmadıkları tespit edilen hava araçları ve denizaltı olmadıkları tespit edilen denizaltı araçları ile ilgili pek çok gözlem yapılmıştır.”
USO gözlemlerinin geçmişi 1800’lere kadar uzanmaktadır. 1800’lü yılların ortalarında sıklıkla görülmeye başlayan USO’lar, 1845’teTürkiye’de Antalya açıklarında, 1875’te Meksika açıklarında, 1879-1890’da Basra Körfezi’nde, 1891’de Çin Denizi’nde ortaya çıkmışlardır.
20. yüzyılda UFO gözlemlerine ilişkin raporlarının artmasıyla birlikte, denizlerdeki esrarengiz cisimlere dair gözlemler de artmıştır.
30 Haziran 1967’de bir Arjantin gemisi olan Naviero’da bulunan bir grup insan, denizde silindir biçimli bir cismin yüzdüğünü fark ettiler. Yaklaşık 33 metre uzunluğundaki bu cisim mavi-beyaz bir ışık saçıyordu. Cismin hiçbir ses çıkarmaması ve suda hızla yol almasına rağmen dalga yaratmaması gözlemcileri şaşkına çevirmişti. İnsanlar bu esrarengiz deniz aracını seyrederken, araç birdenbire rotasını Naviero’ya doğru çevirdi, hızlandı ve gemiyle çarpışmasına ramak kala suya dalarak gözden kayboldu.
1972 yılının Ağustos, Eylül ve Ekim ayları süresince Karayib Denizi’ndeki adalardan yoğun UFO ve USO gözlemleri rapor edilmiştir. 1974 yılında tekrar yoğunluk kazanan bu gözlemler, bize Venezuella açıklarında bir sualtı UFO üssünün var olduğunu düşündürmektedir.
26 Temmuz 1980’de, Brezilya gemisi “Caioba-Seahorse”la yolculuk yapan denizciler, suda yüzen, yaklaşık 10 metre çapında yuvarlak, gri bir cisim gördüler. O sırada ufukta parlak bir ışık belirdi ve gemiye doğru yaklaşmaya başladı. Işık, geminin yanındaki gri cisme doğru yaklaşırken gemideki tüm teknik ekipmanlar birdenbire arızalandı. Gri cisim yeşil, kırmızı, mavi ve sarı ışıklarla aydınlanıyordu. Yaklaştıkça çok parlak, disk biçiminde bir cisim olduğu anlaşılan bu ışık, deniz altına dalarak metalik USO’ ya doğru yöneldi ve onunla birleşti. Daha sonra bu iki cisim birlikte su yüzüne çıktılar, bir süre burada durdular, ardından da büyük bir hızla gökyüzüne yükselerek gözden kayboldular.
Peki USO’lar sadece okyanusta mı görülmektedir? Hayır, nehirlerde hatta göllerde gözlemlenen bu tür esrarengiz cisimlere dair pek çok rapor bulunmaktadır. 30 Nisan 1976’da tanımlanamayan bir cisim, İsveç’deki donmuş Siljan nehrinin buzlarını büyük bir güçle kırarak su üstüne çıkmıştır. Buzun kalınlığı 20 cm olmasına rağmen, tanıklar cismin ancak 9 metre uzunluğunda olduğunu bildirmişlerdir. Söz konusu USO, suyun dibinden gelmiş; buz tutmuş yüzeye doğru ortalama 100 km/s hızla yaklaşarak buzu kırmış ve buz üzerinde yaklaşık 800 metre uzunluğunda ve 4 metre genişliğinde bir kanal açmıştır. Bu cisim, daha sonra hiçbir hasara uğramadan su yüzüne çıkmış ve gökyüzüne doğru hızla havalanmıştır.