Merhaba uzay meraklıları

Hoş geldiniz ve umarım istediğiniz bilgiyi bulabilirsiniz

24 Ocak 2012 Salı

İşte size yep yeni bilgiler


            Aztekler:
XVI . Yüzyıl başlarında Orta Meksika’da ileri bir uygarlıkla karşılaşıldı. Aztek'lerin muhteşem bir mimarisi, titiz kayıt tutma yöntemleri ve Avrupalılardan çok daha üstün astronomi takvimleri vardı. Azteklerin sanat eseriyle karşılaşan Albert Düver Ağustos 1520’de şunları yazıyordu : “ şimdiye dek böyle bir şey görmedim “ bu Azteklerin astronomi takvimiydi. Azteklerin kitaplarıyla karşılaşan aydınlar bu kitaplardan biri için “ neredeyse Mısırlıların kitaplarını andırıyor” diyerek hayranlıklarını ifade ettiler. Başkentleri Tenochtitlan’ı dünyanın en güzel kentlerinden biri olarak nitelediler. Bir düzenin egemen olduğu ve iyi örgütlenmiş oldukları belliydi. Azteklilerin gelişimiyle ilgili yorumlarda dünya-dışı varlıkların rol oynadığı yaygın bir şekilde belirtilmektedir.
Toltekler ve Aztekler de yazıtlarında Tanrı KUTZALKOALTL’ın (Quetzalcoatl) parlak gezegen Venüs’ten geldiğini söylüyorlar ve ondan yazıtlarında şöyle bahsediyorlardı:
“ Sonraları o, Tulla şehrinin boğucu zehrinden kaçarak eski şehir Tlapallan’a yerleşti. Arkadaşları ile birlikte geldiği yere dönmek üzere kuş kılığında batı denizine doğru uçarak uzaklaştı. Çok sevdiği halkından ayrılıp gitti.”
Güney Amerika halklarının ısrarlı bir şekilde kendilerini eğitmek üzere , çoğu kez Venüs’ten uçan araçlarla gelen , farklı , üstün niteliklere sahip, beyaz tenli bir ırktan söz etmeleri dünya UFO tarihçesine önemli bilgiler katıyor.
Sadece geçmişte değil, her zaman , günümüzde bile Güney Amerika ve D.D dışı varlıklar arasında sıkı bir bağ var. Venezuela’da Peru’da, Arjantin ya da Brezilya da yaşayan 20. yüzyıl insanları, toplumun hangi tabakasından gelirlerse gelsinler, D.D uygarlıklar ve UFO’ların gerçekliği fikrini normal karşılıyorlar, karşı çıkmıyorlar. Bu gerçeğe karşı çıkmanın ne kadar anlamsız olduğunu biliyorlar. Belki genlerinde bu bilgiyi taşıdıklarından, belki de kültürlerinin yapısında D.D bağlantı unsurları sıkı bir şekilde yerleşmiş olduğundan...
Aztek Uygarlığı Meksika Vadisi’nde kuzey ve güneydoğuya doğru 800 millik bir arazi içinde yayılmışlardı. Ada şehirleri Tenochtitlan’ı anakaralara bağlamak için geçitler yapmadaki, su kemerleri oluşturmadaki, kanalizasyon sistemi, sulama kanalları ve barajlar kurmadaki mühendislikleri mükemmeldi. Eğitim de toplumlarının önemli bir parçasıydı. Diğer pek çok kadim uygarlıkta gördüğümüz benzer hikayeleri ve aynı yıldız ve gezegenlerin isminden bahsedildiğini Aztek Uygarlığı’nda da görmekteyiz.
Yine O "Göklerden Gelen Varlıklar"..
Aztek mitolojisine göre, Tanrı Quetzalcoatl parlak gezegen Venüs’ten gelmişti ve ondan şöyle bahsediliyordu;
“Sonraları o, Tulla şehrinin boğucu zehrinden kaçarak eski şehir Tlapallan’a yerleşti. Arkadaşları ile birlikte geldiği yere dönmek üzere kuş kılığında batı denizine doğru uzaklaştı, çok sevdiği halkından ayrılıp gitti"
Sümerler:
M.Ö 4500 yıl öncesine ait olan bir Sümer tabletinde "Güneş Sistemimiz" açıkça resmedilmiş. Bu astronomi bilgisi binlerce yıl önceden nasıl biliniyordu...
Gökten inen Tanrıların uygarlığı olarak anılan Sümerler, dünya dışı varlıklarla temasa geçen en eski uygarlıklardan biridir. Sümerler aynı zamanda bilinen ilk uygarlıktır. Yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen veriler uygarlığın tarihini M.Ö. 240.000’lü yıllara kadar geri götürür. Çivi yazıları da Sümerlerin geçmişinin çok gerilere uzandığını kanıtlar. Bu kültürün binlerce yıldır gömülü olan çamur tabletlerinin deşifre edilmesi, M.Ö.450.000’e kadar uzanan kökler çıkarmaktadır.
Sümer mitlerine göre Tanrılar ateşten gemilerle yolculuk ediyorlardı. Bu Tanrılar daha sonra dünyaya inmişler, Sümerler’in ilk ataları ile birleşerek Sümer ırkını meydana getirmişler, ardından da yıldızlara geri dönmüşlerdir. M.Ö. 3000 yıllarında yaşamış olan tarihçi Berose’ye göre Fırat kıyılarında konaklayan Sümer halkı, denizden gelen yarı insan yarı balık şeklinde yaratıklar tarafından eğitilmişti. Buna göre Güneş Tanrısı Utu, aşk Tanrıçası Inanna ve gökyüzü Tanrısı Enlil kozmostan gelmişlerdir. Tanrı Enlil dünyalı Meslamtaya ile birleşmiş ve onu ilahi tohumla hamile bırakmıştır. Yine bu mitlere göre, yazı ve metal elde etme formülü Sümerler’e Tanrılar tarafından öğretilmiştir.
Sümerler’in Tanrıları tasvir etmek için en çok kullandıkları sembol yıldız ya da yıldızların çevresinde dönen değişik boyuttaki gezegenlerdir. Ayrıca kafasında yıldızlar taşıyan, kanatlı toplarla gökyüzüne uçan Tanrı resimleri de vardır.
SÜMERLERİN ŞAŞIRTICI BİLGİLERİ
· Sümer toplumu, astronomi bilgileri geniş, matematik bilgileri şaşırtıcı, sanatları ve mimari teknikleri kusursuz olan bir toplumdur. Öyle ki Ninova kalıtlarında bulunan bir hesabın sonucu 195.955.200.000.000 sayısına kadar varır. Oysa Batı uygarlığının atası sayılan Yunanlılar, uygarlıklarının en parlak döneminde bile 10.000 sayısının üstüne çıkamamış ve 10.000’den ötesini ‘sonsuz’ olarak kabul etmişlerdir. Sümerler, Ay’ın dönüşlerini, bugünkü hesaplardan sadece 0.4 saniye farkla bulmuşlardır.
· Sümerlerin belge damgalamak, ve aynı zamanda Hazine görevi de yapan tapınaklardan vergi toplamak için kullandıları silindir mühürler, insanoğlunun yaptığı ilk minyatür anıt örnekleridir ve evrenden dünyamıza yapılan Tanrısal ziyaretlerin etkileyici kanıtlarıdır. Bu mühürleri incelediğimizde ilginç mitolojik sembollere ve yıldızlar, gezegen sistemleri, kanatlı küreler ve uzayda yüzen cisimler gibi astronomik figürlere rastlarız.
· Günümüzde hepimiz biliyoruz ki; dev gezegenler olan Jüpiter ve Satürn’ün ötesinde daha belli başlı olan Uranüs ve Neptün ile küçük bir gezegen olan Pluton uzanır. Fakat böyle bir bilgi oldukça yenidir. Uranüs, 1781 yılında, gelişmiş teleskopların kullanılması yoluyla keşfedilmiştir. 1846’da ise Neptün’ün yeri, astronomlar tarafından, matematiksel hesaplamaların yardımıyla kesin olarak belirlenmiştir. Neptün’ün bilinmeyen yerçekimsel bir çekim gücünün etkisi altında olduğu anlaşılmış ve 1930’da Pluton’un yeri keşfedilmiştir. Oysa Sümerler binlerce yıl öncesinden tüm bu bilgilere sahiptiler.
Daha da ilginci, Sümerler Nibiru adlı bir başka gezegenden daha bahsetmişler ve bunun güneş sisteminin dışında bulunan ve güneşin geniş eliptik yörüngesine takılarak 3,600 dünya yılı süresince burada kalan bir gezegen olduğunu söylemişlerdir.
Sümerler ve x gezegeni:
Güneş Sistemimiz’in bilinen en uzak mesafelerinin ötesinde başka bir gezegenin var olup olmadığı sorusu, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin yörüngesel hareketlerindeki düzensizliklerle yakından bağlantılıdır. Yerçekimsel bir kuvvet, bu iki dev gezegenin yörüngelerinde düzensizliklere yol açmaya devam etmektedir. Bu kuvvet, çok uzak ve görünmeyen büyük bir nesnenin varlığını akıllara getirmektedir. Bu, uzun zamandır aranan X Gezegeni olabilir.

Göklerde yapılan son ciddi araştırma, 1930 yılında 9’uncu gezegen olan Pluton’un keşfine yol açmıştı. Fakat bu hikaye, 1781’de İngiliz astronom ve müzikçi William Herschel tarafından keşfedilmesiyle başlamıştır. O zamana değin, gezegenlerle ilgili sistemin Satürn ile sona erdiği sanılıyordu. Bugün bilimadamları, dünya yüzeyinin altında uzanan büyük kaya katmanlarının oluşumunu ve hareketini inceleyen çalışmalara ilişkin teorileri kabul etmektedir. Dünya üzerindeki bütün kıtaların, bir zamanlar, gezegenin tek bir yerinde bulunduğunu gösteren çalışmalar ve makaleler mevcuttur. Bu çalışmaların açıklığa kavuşturamadığı soru şudur: ‘Eğer bütün kıtalar tek bir yerde toplanmış idiyse, gezegenin öteki yanında ne vardı?’ Bu ‘öteki yan’ muazzam bir boşluk olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlama, Dünya’nın oluşumuna ilişkin Sümerler’e ait hikaye ile benzerlik göstermektedir. Sümerler, Dünya’nın, Nibiru ya da X Gezegeni ile çarpışarak “Tiamat” olarak adlandırılan yarım bir gezegen haline geldiğini söylemişlerdir.

Son iki yüzyıl içinde yeni gezegenlerin keşfedilmesi, daha büyük ve iyi teleskopların dizayn edilmesinden çok matematik bilimi sayesinde mümkün olmuştur. Dış gezegenlerin yörüngelerindeki açıklanamayan matematiksel düzensizlikler, astronomları, keşfedilmemiş daha uzak bir gezegenin varlığı hakkında düşünmeye teşvik etmiştir. Astronomlar bu gezegenin varlığından o derece eminler ki, ona şimdiden X Gezegeni ya da 10’uncu Gezegen adını vermişlerdir.

1982 yılında NASA "dış gezegenlerin ötesinde gizemli bir nesnenin var olduğu kesindir" şeklinde bir bildiride bulunarak X Gezegeni’nin varlığına ilişkin olasılığı resmi olarak kabul etti. Bir yıl sonra, uzaya yeni fırlatılan IRAS (Infrared Astronomical Satellite-Kızılötesi Astronomik Uydu), uzayın derinliklerinde büyük, gizemli bir nesne tespit etti. Washington Post, California JPL’den IRAS Projesi’nde görevli bir bilimadamı olan Gerry Neugebauer ile yaptığı röportajı şöyle özetledi: “Orion Takımyıldızı yönünde, dev gezegen Jüpiter kadar büyük ve bu güneş sisteminin bir parçası olabilecek kadar Dünya’ya yakın bir gökcismi bulunmuştur. Bütün söyleyebileceğim, bunun ne olduğunu bilmediğimizdir.”

Birleşik Devletler Donanma Rasathanesi tarafından yapılan son hesaplamalar, Uranüs ve Neptün gezegenlerinin yörüngesel hareketlerinde meydana gelen düzensizlikleri onayladı. Rasathanede çalışan bir astronom olan Dr. Thomas C. Van Flandern, bu düzensizliklerin tek bir keşfedilmemiş gezegenin varlığıyla açıklanabileceğini söylemektedir. O ve bir meslektaşı, Dr. Richard Harrington, 10’uncu gezegenin Dünya’dan 2 ila 5 kez daha büyük ve Pluton’un yörüngesinin 5 milyar mil ötesine ulaşan oldukça eliptik bir yörüngeye sahip olması gerektiğini hesaplıyorlar.

Tıpkı Sümerlerin söylediği gibi…

Mayalar:
Mayalar M.S. 300’lü yıllarda imparatorluklarını kurmuş olan bir Orta Amerika toplumudur. Paleolitik çağ (yontma taş devri) teknolojisine dayanan, tekerleği bile tanımayan Maya Uygarlığı, yaşadıkları bölgeyi anıtmezarlar, görkemli tapınaklar ve gözlemevleriyle süslemiştir. Mayalar, gezegenimizin hiçten bir uygarlık kuran, geçmişi pek çok bilinmeyenle dolu, astronomi üzerine geniş bilgiye sahip gizemli ırklarından biridir.

133 yıl önce, John L. Stephens ve Frederic Catherwood, ilk keşiflerini Honduras’ta Kopan Köyünün yakınlarında, büyük zorluklarla yaptılar. İki yıl sonra yeni bir keşifte bulunarak bunun hakkında bir kitap yayınladılar. Bu kitap dünyada büyük yankılar yaptı, çünkü Amerika’da o güne kadar bilinmeyen bir uygarlık keşfedilmişti. Ve bu keşfin belki de en önemli yanı, Mayaların İspanyol istilasından önceki zamanlarda akıllara durgunluk verecek bir seviyeye erişmiş olmasıydı.
Güney Amerika’nın en çarpıcı özellikler taşıyan medeniyetlerinden biriydi MAYA. Maya uygarlığı en parlak döneminde yani 987 ve 1511 yılları arasında Guetamala’dan Meksika’ya kadar yayılmıştı. Mayalar henüz tekerleği bile tanımıyorlardı ama geride zamanımıza kadar gelen inanılmaz derecede yüksek seviyede bir uygarlık bırakmışlardı. Mayalar astronomide , matematikte , tıpta , eczacılıkta, fizik ve kimyada şaşırtıcı ilerlemeler kaydetmişlerdi. Kendi çağlarında yapmış oldukları gözlemevleri 18.yüzyıldaki Paris gözlemevlerinden daha mükemmeldi.
Günümüz bilim adamlarının büyücü olarak nitelendirdikleri İnka ve Maya operatörlerinin yaptıkları beyin ameliyatlarında aldıkları sonuçlara bu günkü tıp ancak erişebilmektedir. Trefinasyon adı verilen bu beyin ameliyatı , kafatasında belirli bir yerde dört köşe veya yuvarlak bir kapak açılması, beyin üzerinde gereken operasyonun yapılmasından sonra yeniden kapatılmasından ibaretti. Kafatasının özellikle tepe kısmında ağrı duymayan bir bölge bulunduğundan birkaç saat kadar süren ameliyat sırasında kişiye herhangi bir uyuşturucu madde vermeye bile gerek kalmıyordu.
Mayaların astronomi alanındaki başarılarını ve bilgilerini ispatlayan en ünlü örnek Maya Takvimidir. Bu takvim Dünya ve Venüs’le ilgilidir. Maya rahipleri ince ve kusursuz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Venüs gezegenindeki bir yıllık süreyi ve Dünyamızdaki yıl için vardıkları gün sayısı ise 365,2420 idi. Bu gün kabul edilen gün sayısı 365,2422’dir. Maya astronomlarının bir çalışması da ay takvimini çıkarmış olmalarıydı.
Sıfırı ilk defa yaratan ve hesaplarında sık sık kullanan Mayalar matematiğe karşı bir çeşit tutku duyuyorlardı. Bazı hesapları 64 milyonu , bazıları da 400 milyonu kapsıyor ve bütün bu hesaplar Venüs yılını , Dünya yılını hatta Ay yılını ve TZOLKİN diye adlandırılan 20 şer günlük 13 ayı olan Kutsal Yılı ölçmek için kullanılıyordu.

Mayalar zamanı devirlere ayırmışlardı. 7200 günlük, 144,000 günlük ve 64 milyon yıllık devirler gibi. Rakamlar Maya toplumu için dini ve bilimsel bir önem taşıyordu. Gezegen hesaplarından tapınakların inşasına kadar takvim her şeyin ölçüsüydü. Tapınakların inşası, yapılacağı yerin seçimi, binanın yüksekliği takvimin incelenmesinden elde edilen sonuçlara göre , belirli bir tarihte ve yerde yapılıyordu.
Bu astronomik takvim Maya uygarlığının sosyal, kültürel ve dinsel yaşantısını yönetiyordu. Astronomi ise temel bir ölçü olmuştu. Ama neden Maya toplumuyla uzay arasında böyle bir bağlantı vardı?
Tekrarlanan sembol gökyüzünden uçarak gelen , insanlara bilgi ve barış getiren , görev süresi sona erdiğinde ise yeniden geri döneceğini vaat ederek , uçan gemisiyle göklerde uzaklaşıp kaybolan Tanrı motifidir.
Meksika yerlileri Toltekler ve Mayaların benzer türdeki bir başka Tanrısı da Uçan Yılan KUKULKAN ya da KUETZALKOLT idi Efsaneye göre Kukulkan 19 arkadaşı ile birlikte Yucatan’a gelmiş, burada on yıl yaşamıştı. İnsanlara uygarlık ve iyiliğe götüren yasalar bıraktıktan sonra güneşe doğru uçup gitmişti.
1935 yılına gelindiğinde Palenque’de Tanrı Kukulkan olduğu sanılan garip bir yaratık heykeli bulundu. Geniş kemerli kısa bir pantolon, yakası açık ceket giyen tanrının başında da antenli bir miğfer vardı. Önü sivri , arkasından ateş fışkıran garip bir alete binmiş ve elini hemen önündeki bir dizi alete uzatmıştı. Ayağını da pedala benzeyen bir şeye basıyordu. İşte Güney Amerika yerlileri göklerden gelen Tanrı Kukulkan’ı böyle görmüşlerdi.
Yapılan araştırmalar Maya ve inkalar’ın beyaz Tanrılarının kullandığı uçan makineleri tapınaklarında, el yazmalarında şemaları ve açıklamalarıyla ayrıntılı olarak anlatıp çizdiklerini gösteriyor.
Troano, Magliabecchiano, Dresde el yazması gibi eserler bu gün dünyanın başlıca ulusal kitaplıklarında saklanırlar. Perez el yazması ise 1863 de Paris’te kraliyet, şimdiki adıyla Ulusal Kitaplığında bulunmuş , araştırmacı-yazar Robert Charroux’un yorumlamaya çalıştığı önemli bir belgedir. Charroux el yazmasında esas olarak şu sonuçları çıkarmıştır:
·                    Gökyüzü
·                    Uçan makine
·                    Havalanmak üzere olan nesne
·                    Venüs gezegeni
·                    Buhar gücünü kullanan efendi
·                    Buharın çok güçlü efendisi
·                    Güneşe doğru uçuş
·                    Işığı kullanan bir güç
·                    Yeryüzünün üze
Maya Takvimi:
Mayalar’ın astronomi alanındaki başarıları söz konusu olunca akla gelen ilk örnek ünlü Maya Takvimi’dir. Mayaların astronomi alanındaki başarılarını ve bilgilerini ispatlayan bu ünlü Maya Takvimidir. Bu takvim Dünya ve Venüs’le ilgilidir. Maya rahipleri ince ve kusursuz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Venüs gezegenindeki bir yıllık süreyi ve Dünyamızdaki yıl için vardıkları gün sayısı ise 365,2420 idi. Bu gün kabul edilen gün sayısı 365,2422’dir. Maya astronomlarının bir çalışması da Ay takvimini çıkarmış olmalarıydı.

MAYA Gözlemevi: Kendi çağlarında yapmış oldukları gözlemevleri 18.yüzyıldaki Paris gözlemevlerinden daha mükemmeldi.
Dünyayı ve Venüs gezegenini ilgilendiren esrarengiz bir takvimdir bu. İnce ve eksiksiz hesaplara dayanan bu takvim sayesinde Maya rahipleri, Venüs’teki yıl süresini 584 gün olarak hesaplamıştır, bununla da yetinmeyip Ay’ın takvimini de çıkarmışlardır. Gerçekten de kusursuz… Mayalar aynı zamanda “0”(sıfır)’ı ilk keşfedip kullananlardır.
Mayalar zamanı 7200 günlükten başlayıp 64 milyon yıla kadar ulaşan devrelere ayırmışlardı. Elbette bu sayı bolluğu dini ve bilimsel bir önem ve değer taşıyordu; gezegenlerden tapınakların inşasına kadar, takvim her şeyin ölçüsü sayılıyordu. Her tapınağın inşası, yapılacağı yerin seçiminden binanın yüksekliğine kadar takvimin incelenmesinden elde edilen sonuçlara göre, belirli bir yerde yapılıyordu.
Mayalar Uranüs ve Neptün’ün varlığını nereden biliyorlardı? Venüs, Uranüs, Neptün gibi gezegenleri ölçen bir takvim acaba neden dini binaların inşaatını yönetiyordu? Astronomi neden bir ölçü sayılıyordu? Ya da başka bir deyişle, Maya toplumuyla uzay arasında ne gibi bir bağlantı vardı?

Bugün Çiçen Itza, Tikan, Copan ve Palenque’deki bütün inşaatların bu akıl almaz takvime bağlı olarak yapıldıkları ispatlanmıştır. Mayalar piramitleri ihtiyaçları olduğu için yapmamışlardı; tapınakları ihtiyaçları olduğu için kurmamışlardı. Bütün bu görkemli binalar, takvim her elli iki yılda, belirli sayıda basamaklar yapılmasını emrettiği için yapılmışlardı. Yani her taş takvimle bağıntılıydı ve bitirilen her bina belirli astronomik gereklere kesinlikle uyuyordu.
Mayaların el yazmalarından çok az şey kalmıştır. İspanyol istilası sırasında Piskopos Diego de Landa’nın yazdığı “Yukatan Olayları Raporu” adlı kitapta Mayalar’ın kendilerini, doğudan gelen, denizin dibinde kaybolan esrarengiz bir ülkeden kaçan Tanrısal bir ırkın torunları saydıklarını öğreniyoruz. Aynı şekilde büyük saygı gösterdikleri Uçan Yılan Kukulkan da doğudan gelen, yeryüzündeki işini bitirdikten sonra uçan bir gemiyle yıldızlara dönen, Venüs gezegeninin simgesi kabul edilen beyaz tenli bir Tanrıdır.
Denizin dibinde kaybolan Atlantis mitosunun izleri burada da karşımıza çıkıyor. Mayaların bu inançlarına bir de Tanrıların geri dönme ihtimalini eklersek, astronominin bitmez tükenmez matematik hesaplarının nedeni belki anlaşılmış olur. Rahipler gerçekten tanrıların dönüşünü bekliyorlardı (İnkaların Virakoka’nın dönüşünü bekledikleri gibi). Takvimde hesaplanan devre bitince, tapınaklar tamamlanınca Kukulkan dönecekti.
Ancak M.S. 600 yıllarında tam anlamıyla akıl almaz bir şey olmuştur! Ansızın, gözle görülür bir nedene dayanmaksızın, bu insanlar büyük güç ve sabırla yaptıkları şehirleri, zengin tapınakları, birer sanat eseri olan piramitleri, heykellerle çevrili alanları ve çok geniş stadyumları terk edip gitmiş ve çok daha az verimli topraklara sahip Yukatan’a yerleşmişlerdir. Binalar, caddeler ve bütün taş işleri ormana karışarak yıkıntı haline gelmiştir. Ve hiçbir yerli bir daha o bölgeye dönmemiştir.
Gerçekten de Maya İmparatorluğuyla ilgili cevaplardan çok onu çevreleyen bir gizem söz konusudur. Mayalar, aslında kayboluşlarının nedeniyle ilgili arkalarında en ufak bir iz bırakmadan ortadan kaybolan yeni dünyanın tek uygarlığıdır. Sahip oldukları gelişmiş mimarlık bilgilerini nasıl edindikleri, astronomi ve sayı sistemleriyle ilgili ileri bilgileri nasıl elde ettikleri ise tam bir bilmece. Günümüz arkeologları dahi Mayaların yok olmalarıyla ve Maya sayı sistemi ve hiyerogliflerinin anlaşılmasıyla ilgili çelişkili teoriler öne sürmekteler
Hopi Kızılderilileri:
Kelime anlamı iyi, barışçı ya da akıllı anlamına gelen Hopi Kızılderilileri, güneybatılı Pueblo adındaki gruptan gelmektedirler.
Black Mesa’nın güneyindeki Arizona bölgesinin kuzeydoğusunda yaşamaktadırlar. 1050 yılından beri Üçüncü Mesa’da yaşayan Oriabi Puebloları, Kuzey Amerika’nın en eskileridir. Ataları olan Anasaziler, Meksika Azteklileri’yle akrabadırlar ve bugün, onların bundan 5-10 bin yıl önce yaşadıkları yerde yaşıyorlar.
Hopi Kızılderililerinin inançlarında, adları Pokanghoya ve Palongauhoya olan ikiz Tanrı sembolü vardır. Efsaneye göre, yeryüzünün kuzey ve güney eksenlerinin koruyucuları olan bu Tanrılara hükmeden yaratıcının yeğeni Sotuknang, onlara halkı kötü hale gelen “ikinci dünyanın” yıkılması için yerlerini terk etmelerini emretmiştir. Böylece kendini denetleyen kimse kalmayınca dünya delice dönmeye başlar ve iki kez tepe taklak olur. Dağlar büyük bir gürültüyle denize devrilir, deniz ve göller toprağı kaplar; dünya da soğuk uzayda bir buza dönüşür.
Hopiler, “ilk dünyanın” ateş, “üçüncü dünyanın” da su tarafından yokedildiğini iddia ederler.. Hopi Kızılderililerin de eski Mısırlar gibi Sirius’u tanıdıkları ve ona “Mavi Kaçina Yıldızı” adını verdikleri bilinir. Kabilede yaşayan asırlık bir inanç, kabilenin 250 bin yıl önce Sirius sisteminden geldiklerini ve yerleştikleri zaman kapsüllerinin de ya gelecek bin yıldan önce ya da hemen sonra açılacağını söyler.
İkiz Tanrı sembolü, kesin bir şekilde Sirius yıldızıyla ilgilidir; kutupsallık ilkesi, tüm Sirius uygulamalarını içermektedir. Aslan kudreti, kristal kudreti ve zaman faktörüyle birlikte, Siriusyen konsantrasyon pratiğinin dörtlü temellerini oluşturur.
Hopiler, Kaçinaların evinin, üzerinde büyük bulut oluşumları bulunan dağların tepesinde olduğuna inanırlardı. Bugün, bazı UFO’ların Lenticular Bulutları olarak adlandırdığımız, göze görünmemek için yapılan bulut formlarının içinde saklandığını biliyoruz.
Kendilerinin Pleiadianslılar’ın soyundan geldiğini kabul eden Hopiler, Pleidianlar’a, birbirine sıkı sıkıya bağlı ya da yapışık anlamına gelen ‘Chuhukon’ derler. Siyah Tanrının evi olan Pleiades’e mutluluk için dua ederler. Onlar, kendilerinin dünyaya önce ruh olarak geldiklerini ve sonra canlı kanlı varlık haline dönüştüklerine inanırlar.
Efsaneye göre Hopiler’in bağlılığı, gelecekte bir gün diğer gezegendekilerce görülecek ve onlar da oraya alınacak. Bu nedenden dolayı da onlar şimdi gökyüzünü izleyip UFO’ların gelip onlarla temas kuracakları zamanı bekliyorlar.
Hopilerin inandıkları takımyıldızları hakkındaki bilgileri, dünyanın diğer tarafındaki batılı uygarlıklarının, bizlerin bilgileriyle hemen aynıdır. Farklı adlarla isimlendirilmiş olsalar da düzenekleri birbirine çok benzemektedir.
Dünyayı onurlandıran Achive’ler adında kutsal yerlerin varlığına inanırlar. Bu yerler Şamanların dini işler için dünyaya indiği yerlerdir. Efsaneye göre, çağlar boyunca insan nesilleri yok olma tehlikesinde iken, temiz kalpli insanlar yer altına inip orada korundular. Onlara göre; kendileri dünyanın ortasında Karınca İnsanlar dedikleri bir grup varlıkla beraber oturuyorlar.
Karınca İnsanların resimleri günümüzde Sürüngenimsi ya da Griler varlıklar olarak adlandırılan geniş kafalı, kısa ve kalın vücutlu, 4,5 ya da 6 ince uzun parmaklı uzaylılara benzemektedir. Resimlerin bazılarında, bu varlıklardan onlara telepatik olarak düşüncelerin geldiğini gösteren işaretler vardır.
Günümüzde sayıları 8 bini bulan Hopiler, çok sayıda eski dönemlerden kalmış resimli kayaları muhafaza etmektedirler. Grubun şefi olan Beyaz Ayı, hala onların çoğunun tercümesini yapabilmektedir. Benzer resimler dünyanın her yanında bulunabilir, Beyaz Ayı’nın bilgisi şimdiye dek anlaşılamayan bu tür resimlerin açıklanmasında çok yardımcı olabilecek olmasına rağmen onun sırrını açıklamamaktadır.
Hopi efsaneleri, atalarının sonsuz uzaydan geldiğini ve dünyaya varmadan önce birçok gezegeni ziyaret ettiğini söyler.
Hopiler, bugün bile Tanrılara olan bağlılıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Efsaneye göre bu bağlılıkları yakın bir gelecekte Tanrıları tarafından ödüllendirilecek ve Dünya yıkıcı bir değişim sürecinden geçerken, Hopiler Tanrılarının oturdukları yıldızlara alınacaktır. Onlara göre gerçekleşmekte olan gezegensel değişimler bu günün yaklaşmakta olduğunun habercisidir. Ve onlar şimdi gökyüzünü izleyip UFO’ların gelip onları yıldızlardaki yuvalarına götüreceği günü beklemekteler…

Dogonlar:               
DOGON Gizemi, UFO Bilimin bir parçasıdır ve Mali’de yaşayan Afrikalı Dogon kabilesinin sahip olduğu M.Ö. 3200 yılına kadar uzanan ileri astronomi bilgilerinin kaynağını araştırır.

Afrika kabilelerinin çoğunda olduğu gibi Dogonların geçmişi de oldukça karanlıktır. Dogonların şu anda yaşadıkları Bandiagara Platosu’na 13. ve 16. yüzyıllar arasında yerleştikleri tahmin edilmektedir. İnsanbilimcilerin çoğu, sayıları iki milyona varan Dogonları “ilkel” olarak tanımlasalar da Dogonlar, batı teknolojisine karşı olan ilgisizlikleri bir yana, zengin ve bir o kadar da karmaşık bir dine ve yaşam felsefesine sahiptirler.
Dogonlar’ın ünü, ortaya attıkları ilginç ve şaşırtıcı iddiadan ileri gelmektedir. Bu Batı Afrika kabilesi, atalarının dünyadan 8,6 ışık yılı uzaklıktaki Sirius yıldız sisteminden gelen uzaylılar tarafından eğitildiklerine inanmaktadır. Bu kadar ilkel ve her şeyden uzak bir biçimde yaşadıkları halde gökbilim alanında olağanüstü ayrıntılı bilgiye sahip olmaları da bu iddialarını desteklemektedir.
1931 yılında Fransız insanbilimcileri Marcel Griaule ve Germaniae Dieterlen, Dogonlar’ı geniş çapta incelemeye karar vermiş ve 21 yıl boyunca Dogonlar’la yaşamışlardır. Bu iki insanbilimcinin araştırmaları Dogonlar hakkında pek çok bilinmeyenin keşfine olanak sağlamıştır.
Dogon’ların Gizemi Neydi?
Orion yıldız kuşağının hemen yanında bulunan ve Köpek Yıldızı olarak da bilinen Sirius yıldızı ve onun çevresinde döndüğüne inanılan yıldız ve gezegenler, Dogon mitolojisinin temelini oluşturmaktadır. Dogonlar, Sirius yıldızının en parlak yıldız olduğunu, Sirius’un yanında çıplak gözle görülmeyen küçük, yoğun ve sönük bir yıldızın daha bulunduğunu ve bu yıldızın tam konumunu biliyorlardı. Potolo olarak adlandırdıkları bu yıldızın, dünyada bilinen tüm maddelerden daha ağır bir maddeden oluştuğuna ve Sirius’un çevresini 50 yılda döndüğüne inanmaktaydılar. Oysa ki, batılı gök bilimciler 19. yüzyılın ortalarına kadar Dogonlar’ın bahsettiği bu soluk yıldızın varlığından bile habersizdiler. 1862 yılında Amerikalı gök bilimci Alvan Graham Clark yeni bir teleskopu denerken bu yıldızı keşfetmiş ve Sirius B ismini vermiştir. Ayrıca 1920’lerde ortaya çıkmıştır ki Sirius B bir “cüce yıldız”dır. Cüce yıldızlar oldukça soluk, ışıklı, küçük fakat yoğun yıldızlardır. Sirius B gerçekte Dünyadan daha küçük olmasına rağmen, tıpkı Dogonlar’ın belirttiği gibi o kadar yoğundur ki, kendisinden alınan bir çay kaşığı dolusu madde 5 ton ağırlığına gelir.
Daha da ilginci, Dogonlar’ın bilgilerinin sadece bununla kalmayıp aynı zamanda, modern dünyamızda ilk kez Galileo tarafından gözlemlenen Jüpiter’in dört uydusundan ve Satürn’ün yalnızca teleskopla görülebilen halkalarından da haberdar olmalarıdır. Dogonlar, ayrıca, sayısız yıldızın varlığına ve Dünyanın da içinde yer aldığı Samayolu’nun sarmal bir gücü olduğuna inanıyorlardı.
Dogonlar sahip oldukları bilgilerin çoğunu sembollerle anlatmışlardır, ve bu sembollerinin temelinde Nommo'lar diye adlandırılan ve dünyayı uygarlaştırmak için uzaydan geldiğine inanılan hem karada hem de suda yaşayabilen varlıklardır. Dogon rahiplerine göre, eski zamanlarda Sirius sistemindeki bir gezegenden dünyaya inen Nommolar sahip oldukları bilgileri o zamanki rahiplere öğretmiş, onlar da bunları yeni kuşaklara anlatmışlardı. Nommolar dünyanın yaratıcıları olduğu kadar, insanoğlunun ataları ve ruhsal ilkelerin koruyucuları, “yağmuru yağdıran güçlerin ve suların mutlak sahipleri” idi.

Dogonlar üzerinde araştırma yapan Amerikalı bilim adamı Robert Temple, bir Nommo uzay gemisinin gelişini ve dönerek yere inişini simgeleyen resimler bulmuştur. Geminin Dogon ülkesinin güneydoğusuna indiği söyleniyordu. Dogon rahipleri geminin inişini tanımlarken onun kuru toprağa indiğini ve oluşturduğu girdap dolayısıyla bol miktarda toz kaldırdığını anlatmaktadırlar.
Dogonlar da Sirius’lu gezginlerin bir gün geri döneceğine inanmaktadırlar: “Göklerde bir yıldız belirecek ve bu Nommo’nun yeniden dirilişinin işareti olacak.” der bir yazıt .
Dogonlar ve Sirius yıldızıyla aralarında kurdukları bağ, biz UFO araştırmacılarının olduğu kadar yaratılış teorisyenlerinin, astronomların ve bilim adamlarının da ilgisini çekmiş, bu kabilenin kökenleri ve sahip oldukları derin astronomi bilgisine nasıl ulaştıkları hakkında pek çok araştırma yapılmıştır. Arkeolog-yazar Erich Von Daniken Dogon inançlarını kabullenmiş ve bu bilgileri, geçmişte dünya dışı varlıkların dünyamızı ziyaret ettiğinin kesin bir kanıtı olarak yorumlamıştır.
Gerçekten de “ilkel” Dogonlar’ın yüzyıllardır sahip olduğu bilgileri bilim henüz yeni yeni keşfetmektedir. Bunun son örneği Dogonlar’ın Sirius siteminde Emme Ya adını verdikleri ve Nommoların gezegeni olduğunu söyledikleri üçüncü bir yıldızın varlığından bahsetmeleridir. Bunun Popola (Sirius B)’dan dört kez daha hafif olduğunu, yine Sirius B gibi 50 yıllık bir zamanda daha geniş bir yörünge çizdiğini ve her ikisinin çapları arasında bir dik açı oluştuğunu belirtiyorlar ve Emme Ya’nın bir de uydusu olduğunu söylüyorlar. Hakikaten de Dogonlar’ın Emme Ya’sı vardır ve o astronomlar tarafından ancak 1995 yılında keşfedilmiş olan Sirius C yıldızıdır! İşte bu Nommoların yaşadığı yıldızın keşfidir..
 Renoto linacoi olayı:
8 Ocak 1981 günü öğleden sonra, güneydoğu Fransa’nın Var bölgesindeki Trans-en-Provence köyü yakınlarındaki bir çiftlik arazisine esrarengiz bir araç indi. Aracın toprakta bıraktığı izler 24 saat içinde Jandarma tarafından toplandı ve daha sonra Fransız Devlet Laboratuarları’nda incelendi. İncelemeler sonucunda, olağandışı bir aktiviteye işaret eden güçlü deliller bulundu.
 

Olayın görgü tanığı 55 yaşındaki çiftçi Renato Nicholai idi. UFO, Nicholai’e ait araziye inmiş ve hemen ardından da tekrar havalanmıştı. Gördüğü şeyi ertesi gün Jandarma’ya haber veren Nicholai’yı jandarmalar sorguladıktan sonra UFO’nun indiği söylenen yerden toprak ve bitki örnekleri toplamışlardı. Olay, 12 Ocak tarihinde Fransız Tanımlanamayan Uzay Fenomenleri Araştırma Grubu GEPAN’a bildirildi ve GEPAN ekibinin olay yerinden topladığı örnekler birçok devlet laboratuarında incelemeye tabi tutuldu.


Olay hakkındaki ilk ayrıntılı rapor 1983’de GEPAN tarafından yayımlanmıştır. Nicholai’ın raporda yer alan yeminli ifadesi oldukça basit ve açıktır: “8 Ocak 1981 günü, öğleden sonra saat 5.00 civarında her günkü gibi bahçedeki işlerle uğraşırken birden hafif, ıslığa benzer bir ses duydum. Arkamı döndüğümde havada, yaklaşık bir çamağacı yüksekliğinde, bir aracın bulunduğunu gördüm. Araç yere doğru inmekteydi. Yalnızca ufak bir ıslık sesi çıkarıyordu.”
Araç yere inerken, Nicholai ona doğru yaklaştı ve aracı daha yakından gözlemleyebilmek için evin çatısının üstünde bulunan klübeye yöneldi. O anda, araç tekrar bir ıslık sesi çıkardı ve havalandı. Biraz yükseldikten sonra da hızla kuzeydoğuya doğru yol aldı. Kalkış esnasında, Nicholai aracın alt tarafında dört tane delik bulunduğunu gördü, fakat bu deliklerden ne bir duman ne de bir alev çıkıyordu. Araç yükselirken yerden sadece biraz toz kalkmıştı. Nicholai ifadesinde şöyle diyor: “O sırada aracın indiği yerden yaklaşık 30 metre uzaktaydım. Daha sonra o noktaya doğru yürüdüm ve toprakta yaklaşık 2 metre çapında bir daire oluştuğunu gördüm. Dairenin üstündeki bazı noktalarda izler vardı.”
Nicholai’ın ifadesine göre, araç birbirine yapışık iki tabak biçimindeydi, yaklaşık 1.5 metre uzunluğundaydı ve kurşuni renkteydi. Çevresinde bir tür destek bulunuyordu. “Araç kalkarken o desteğin alt tarafında iki yuvarlak parça olduğunu farkettim, bunlar muhtemelen aracın iniş takımlarıydı. Bu iniş takımları aracın gövdesinin yaklaşık 20 cm altına kadar uzanıyordu.”
Trans-en-Provence olayı, şimdiye kadar araştırılan UFO olayları arasında en ayrıntılı ve bilimsel olarak incelenmiş yakın karşılaşma olaylarından biridir. Fakat, olaya dair bulunan izler ve toplanan toprak örnekleri çok detaylı bir şekilde analiz edildiği halde edinilen detaylı sonuçlar basına ve halka açıklanmadı. Yine de basına sızdırılan aşağıdaki ön inceleme raporunda bu olay "açıklanamamaktadır" denilmiştir. (altta)

                                      Ön Analiz Raporu

Olayın araştırılmasında görev alan bilimadamlarından biri olan Dr.Michel Bounias 1983’de şöyle demiştir: “Anotomik ve fizyolojik açıdan analizleri yapılan yapraklar bulundukları yaşın özelliklerini gösteriyordu, fakat biyokimyasal açısından daha gelişmiş bir karakteristiği, yani yaşlı yaprakların karakteristiğini gösteriyorlardı! Bu da gezegenimiz üzerinde bilinen hiçbir şeye benzemiyor.”
 

Woodbrige olayı:

      Bu çok önemli olayın geçtiği Bölge

Askeri personel tarafından rapor edilen UFO olaylarının en çok sansasyon yaratanlarından biri olan Woodbridge olayı, 26-31 Aralık 1980’de, İngiltere’nin Suffolk şehrinde bulunan Amerikan Hava Kuvvetleri (USAF) Üssü ve hemen yakınındaki Kraliyet Hava Kuvvetleri (RAF) Woodbridge Üssü civarında, Rendlesham ormanında meydana gelmiştir.

           Bentwaters 81. Taktik Üssü


Solda Üssün Komutan Yardımcısı Yarbay Charles Halt ve Sağda USAF güvenlik görevlisi Çavuş Larry Warren

Olaya bir çok askeri görevli tanık olmuş, üst düzey yetkililerin uzaylılarla iletişim kurdukları söylenmiş; olay başından sonuna kadar hem fotoğraflanmış hem de filme alınmıştır. Yine de olay hakkında en etkileyici kanıt, dönemin RAF Woodbridge Üssü Komutan Yardımcısı Yarbay Charles Halt tarafından yazılan rapordur. Halt’ın olay hakkındaki bu resmi raporu (altta) 13 Haziran 1981’de Savunma Bakanlığı’na sunulmuştur.


       Yarbay Charles Halt'un hazırladığı Resmi Rapor

Halt’ın resmi raporuna göre, 27 Aralık 1980 gecesi saat 01.00 civarında, Norfolk’taki RAF Wharton Üssü radarları Kuzey Denizi’nin üzerinde tanımlanamayan bir cismin uçtuğunu belirledi. Bu cisim Rendlesham Ormanı yakınlarında radar ekranlarından kayboldu. Aynı sıralarda, USAF Üssü’ndeki iki güvenlik devriyesi, RAF Woodbridge Üssü’nün arka kapısında "olağandışı ışıklar" gözlemlediler. Bunun bir uçak kazası olabileceğini düşünen devriyeler, kapıya giderek araştırma yapmak için izin istediler. Görev başındaki uçuş şefi gereken izni verdi ve üç devriyeyi olay yerine gönderdi. Devriyeler ormana yaklaştıklarında telsiz bağlantıları kesildi ve tuhaf ışıklar saçan bir cisim göründü. Metalik görünümlü ve üçgen şeklindeki bu cisim yaklaşık 2 metre uzunluğundaydı. Tabanı 2-3 metre genişliğinde olan cisim, tüm ormanı beyaz bir ışıkla aydınlatıyordu. Tepesinden kırmızı alt tarafından ise mavi ışıklar çıkmaktaydı. Önce havada asılı durmaktaydı daha sonra alçalarak ayakları üstüne yere kondu.


           
Devriyeler ona doğru yaklaşınca ağaçlara doğru bir manevra yaparak yükseldi ve gözden kayboldu. Cisim, bir saat kadar sonra üssün arka kapısı yakınlarında yeniden ortaya çıktı.


Ertesi gün yapılan araştırmalarda, UFO’nun gece durduğu yerde 1.5 inç derinliğinde ve 7 inç çapında üç tane çukur oluştuğu görüldü. Bir sonraki gece olay yerinde yapılan radyason ölçümleri, Beta/Gamma oranlarının bu üç çukurda ve çukurların oluşturduğu üçgenin merkez noktasında normalain çok üstünde en üst seviyeye çıktığını gösteriyordu. Bu ölçümlere göre, cismin bulunduğu yer normalden 25 kat daha fazla radyasyon taşımaktaydı. Olay yerinde geniş çaplı araştırma başlatıldı ve bazı toprak örnekleri incelenmek üzere toplandı. Fakat bu konuda yapılan araştırmaların analiz sonuçları hiçbir şekilde açıklanmadı.
Şahitler; Onlarca Resmi Yetkili:
UFO’lar o gece geç saatlerde, RAF Woodbridge üssünün doğu kapısında tekrar ortaya çıktılar. Normalde tanınmayan ışıkların yerini belirlemek için kullanılan projektörler çalışmıyordu. Yarbay Halt askerlerine “Gidip bu işi çözelim”, dedi. Askerlere dürbünler, radyoaktivite ölçüm araçları, mikrokaset kayıt cihazları ve kameralar dağıtıldı. Halt ve ekibi doğu kapısına vardıklarında hareketlilik çoktan başlamıştı; ormandaki donuk ışığı görenler arasında Yarbay Halt da vardı. Halt, turuncu renkte bir küre'nin, sanki birileri tarafından idare ediliyorcasına, ağaçların arasına girip çıktığını gözlemledi.
Halt raporunda ikinci günkü gözlemleri şöyle anlatmaktadır: “Ağaçların arasında kırmızı, güneşe benzer bir ışık görülmekteydi. İlerleyen bu ışık bir noktadan sonra etrafa ışıldayan partiküller saçmaya başladı, ardından da beş ayrı beyaz cisme bölündü ve gözden kayboldu. Hemen ardından gökyüzünde üç tane yıldız benzeri büyük cisim görüldü. İkisi kuzeyde, biri güneyde olan bu cisimler hızla ve keskin açılar yaparak ilerliyor ve kırmızı, yeşil ve mavi ışıklar saçıyorlardı. Kuzeydeki iki cisim oval biçimliydi, fakat daha sonra tam daire haline gelerek 1 saat ya da daha fazla süre gökyüzünde kaldılar. Güneydeki cisim ise 2-3 saat boyunca gözlemlenebildi, arada bir aşağı doğru ışınlar gönderiyordu. Pek çok resmi kişi, aşağıda imzası bulunanlar da dahil olmak üzere, bu olaylara tanıklık etmiştir.”
Halt bu UFO olayının büyük bir bölümünü küçük bir kasete kaydetmişti. Ertesi gün amirlerine olay hakkında detaylı bilgi verdi, fakat amirleri ona: “Bu İngiltere’nin meselesidir”, diye cevap vererek onun daha fazla açıklama yapmasını engellediler. İlginçtir ki, Savunma Bakanlığı Halt’la konuşmak ve olay hakkında bilgi almak için hiçbir girişimde bulunmamış ve olay hakkındaki soruları yanıtlamaktan kaçınmıştır.
Olaya şahit olan Woodbridge üssündeki diğer görevliler, USAF güvenlik görevlisi Çavuş Larry Warren, Havacı John Burroughs ve Komutan vekili Çavuş Adrian Bustinza, sonradan verdikleri ifadelerde Halt’la hemen hemen aynı şeyleri anlatmışlar ve UFO gözlemini doğrulamışlardır. Bu görevliler, olay günü ormanda üçgen biçiminde ve ayakları üstünde duran bir cisim gördüklerini, bu cismin daha sonra havalanarak ormanın üzerinde asılı kaldığını rapor etmişlerdir.
General’in Dünya Dışı Varlıklarla Karşılaşması:
Fakat o gün ormanda olanlar hakkında en ilginç açıklama USAF’ta çalışan güvenlik devriyesi Steve Roberts’tan gelmiştir. Roberts, söz konusu gün bir UFO’nun teknik arızası nedeniyle Rendlesham ormanına acil bir iniş yaptığını söylemiş, hatta üssün o zamanki komutanı General Gordon Williams ve UFO’dan süzülerek bir enerji hüzmesi içinde inen üç insanımsı varlık arasında bir temasa tanık olduğunu bildirmiştir.

Yıllar sonra zamanın Savunma Bakanı "Lord Norton Hill" bu olayın gerçek olduğunu açıkça itiraf etmiştir

Diğer güvenlik devriyeleri de cismin yerden birkaç feet yükseklikte durduğunu ve saatlerce orada kaldığını rapor etmiştir. Bu sırada UFO mürettabatından 3 küçük insanımsı varlığın kumandan Williams ile iletişim kurduklarını da eklemişlerdir. Hava Kuvvetleri İstihbarat Servisinin sorularını yanıtlayan Wharton Hava Kuvvetleri Üssü’ndeki yetkililer aynı zamanda metalik bir yapısı olan uçan bir cismin o gün ormana indiğini de söylemişlerdir. Hemen yakındaki Bantwaters Hava Kuvvetleri Üssü’nün komutanı Albay Ted Conrad da UFO’nun indiğini onaylamış ve buna kendisinin de şahit olduğunu söylemiştir: “Üç ayağı üzerinde duran büyük bir cisimdi. Camları yoktu, kırmızı ve mavi ışıklarla kaplıydı. Kesinlikle bir zeka tarafından yönetildiği belliydi. Yaklaşık bir saat sonra inanılmaz bir süratle uçarak gitti. Üç ayağının izi yerde üçgen şeklinde bir iz bırakmıştı. Daha sonra yapılan inceleme sonucu izlerin radyoaktif olduğu kanıtını elde ettik.”
Yarbay Charles Halt tarafından İngiliz Savunma Bakanlığı’na yazılan Woodbridge olayı hakkındaki resmi rapor, Haziran 1983’te Amerikan Haber Alma Özgürlüğü yasasının yürürlüğe girmesi sayesinde yayınlanmış ve büyük sansasyon yaratmıştır. 4 ay sonra, News of The World dergisi söz konusu dökümanı kapaktan “UFO Suffolk’a Resmi Olarak İndi!” başlığıyla yayımlamıştır.
Resmi makamların sessizliği ve inkarları dolayısıyla, Rendlesham Ormanı’nda olanlar hakkında pek çok söylenti çıkmış ve pek çok yorum yapılmıştır. Ancak olay hakkında ne yorum yapılırsa yapılsın, hükümetler istekleri kadar bu olayı örtbas etmeye çalışsın, Woodbridge olayı her zaman için akıllarda resmi makamlarca onaylanmış bir UFO olayı ve insan-uzaylı teması olarak kalacaktır.






Gizli Belgeler: