Merhaba uzay meraklıları
Hoş geldiniz ve umarım istediğiniz bilgiyi bulabilirsiniz
17 Aralık 2012 Pazartesi
mars(kızılgezegen)
Kırmızı gezegen Mars, uzun yıllardır merakın, tartışmaların ve
çeşitli kuramların odak noktası olmuştur. Dünyanın en yakın komşusu
Mars’ta yaşamın ya da bilinmeyen bir uygarlığın var olması ihtimali
insanoğlunu büyülemeye devam etmektedir.

1976 yılında Mars’a gönderilen Viking uydusunun Cydonia bölgesinden yolladığı görüntüler bilim adamlarını şaşkına çevirmişti: Görüntülerde, gökyüzüne doğru bakan insan yüzüne benzer bir oluşum göze çarpmaktaydı. Bilim adamlarının çoğu bu görüntülere pek önem vermedi; eninde sonunda bu insanımsı yüz, Mars düzlüklerindeki oval biçimli bir katman üzerine düşen ışık ve gölgelerin oluşturduğu rastlantısal bir görünümdü. Uydunun görüntü çözünülürlüğünün pek yüksek olmadığını biliyorlardı, bu yüzden de ellerindeki bulanık, pürüzlü görüntünün gerçekte neye benzediğini söyleyemezlerdi. Kırmızı gezegenin bilim adamlarına çok daha ilginç gelen pek çok özelliği vardı, bu yüzden de “Mars’taki Yüz” olarak adlandırılan bu görüntü zamanla unutulup gitti. Sonuçta, Mars üzerinde herhangi bir zeki yaşam belirtisi yoktu, dolayısıyla da bu yüzün bilinmeyen bir varlık ırkı tarafından yaratıldığı düşüncesi pek mantıklı görünmüyordu.

Yoksa bu tutum yanlış mıydı? Viking uydusunun bu görüntüleri çekmesinden bir kaç yıl sonra, Goddard Uzay Uçuşları Merkezi’nden iki mühendis, Vincent DiPietro ve Gregory Molenaar, Mars’taki yüzü yeniden keşfettiler. Yüzün görüntülerinin basında yer alması halk arasında büyük heyecan yaratmıştı. Bu oluşum bir insan yüzüne o kadar çok benziyordu ki, NASA’nın görüntünün gerçek olmadığına yönelik açıklamalarına rağmen, pek çok kişi bunun gerçek olma ihtimali karşısında büyülenmişti. Yüz, Viking uydusunun güneş farklı açılardayken çektiği iki ayrı fotoğrafta belirmekteydi; her iki görüntüde de yüzün özellikleri aynıydı. Orantılar doğru gibi gözüküyordu. Görüntülerde yüzün, sağ yanı gölgede kalmasına rağmen, gayet simetrik olduğu göze çarpıyordu; doğal bir oluşuma hiç benzememekteydi.
Elektrik mühendisi ve deneyimli bir dijital görüntü uzmanı olan Mark J. Carlotto ve Kuzey Califoria’daki Sonoma Devlet Üniversitesi Felsefe Profesörü Stanley V. McDaniel gibi bir kaç bilim adamı, NASA’nın elindeki orjinal görüntüleri bilgisayar teknolojisinin de yardımıyla daha net bir hale getirerek ne anlama geldiklerini araştırma görevini üzerlerine aldılar. Bu netleştirilmiş görüntüler, yüzdeki diğer bir çok insanımsı özelliği daha gün ışığına çıkarmıştı. Bu insan benzeri yüz, bir tür kask giymiş gibiydi. Ağıza benzer görünümün içindeki dişler ve gözlerin irisleri görülebiliyordu. Yüzün dijital teknolojiyle oluşturulan üç boyutlu görüntüleri, resimde herhangi bir ışık ya da gölge oyunu olmadığına inananların savlarını desteklemekteydi. Bu da bizi asıl konuya getiriyordu: başka bir gezegendeki uygarlığa ilişkin kanıtlar…
Diğer esrarengiz keşifler
Bu mümkün olabilir miydi? Bu yüz, uzaylı bir ırk tarafından inşa edilmiş devasa bir anıt olabilir miydi? Eğer gerçekten dünya dışı bir ırk tarafından inşa edilmişse, neden bu kadar insanımsı görünüyordu?
Cydonia platosunda yapılan diğer keşifler, yüzü inşa edenlerin kimliği ve bunların dünya üzerindeki yaşamla bağlantıları konusunda ipuçları vereceğe benziyordu. Yüzün hemen batısında, yapay olduğu düşünülen bazı esrarengiz oluşumlar bulunmaktaydı. Bunlardan biri, yaklaşık 2 mil genişliğinde beş kenarlı bir piramitti ve yüze doğru işaret etmekteydi. Ayrıca, bir şehir kompleksine benzeyen oluşumlar da göze çarpmaktaydı. Bu üç yapı kusursuz bir ikizkenar üçgen oluşturacak şekilde düzenlenmişti.
Piramitler denince akla hemen gizemini hala koruyan eski Mısır uygarlığı gelmekteydi. Mars’taki piramitlerin keşfinden çok önceleri bile, bazı gruplar Mısır piramitlerinin uzaylılar tarafından ya da onların yardımıyla inşa edildiğini savunuyorlardı. Cydonia bölgesindeki piramitlerin keşfinden sonra, Yüz’ün varlığı ve taşıdığı anlam daha da önem kazandı.
Aslına bakılırsa, Cydonia piramitlerinin Viking uydusu tarafından çekilen görüntüleri ve Mısır Piramitlerinin havadan çekilen fotoğrafları dikkat çekici ölçüde birbirine benzemekteydi. Her iki gezegende de inşa edilmiş bu yapılar aynı antik uygarlığın eseri olabilir miydi? Bu teoriyi savunanlar, Mars’taki Yüz’ün pek çok yönden Mısır sfenkslerine benzediğini iddia ediyorlardı. Peki, Aynı varlık ırkı hem dünyada hem de Mars’ta yaşamış olabilir miydi? Bu ırk iki gezegende de zeki yaşamın tohumlarını mı atmıştı? Bu olasılıklar ve taşıdıkları anlam oldukça sarsıcıydı. Eğer gerçeği yansıtıyorlarsa bu, Dünya’daki yaşamın başlangıcı, insanlığın geçmişi ve evrendeki yerimiz hakkında şimdiye kadar inandığımız her şeyi alt üst edebilirdi.
Yüz Gerçekten Bir Yüz Mü?
Viking uydusu tarafından görüntülenen Cydonia’daki oluşum gerçekten de başlık takmış bir insan yüzüne benziyordu. Bu başlık bazı araştırmacılar tarafından Mısır ve Maya krallarının giydiği başlıklara benzetilmişti. Bu insan resminin yüz kısmının pürüzsüz olması bu kişinin ya genç bir erkek ya da bir kadın olduğunu düşündürüyordu.

Araştırmacı Richard Hoagland’a göre, Cydonia’daki bu androjen yüzün başındaki, süslü bir aslan yelesiydi. Yüzün bilgisayarda netleştirilmiş fotoğrafları incelendiğinde karanlıkta kalan kısım bir aslanın yüzünü andırıyordu.
Bazı araştırmacılar ise Yüz’ün Giza’daki sfenkslerin yüzüne benzediği söylemekteydiler. Hata bazı çevreler onun Turin’in kefenindeki yüz resmini andırdığını iddia ediyorlardı.
Peki ya Yüz’ün, Giza’daki muhteşem yapıların mimarı varlıklar tarafından inşa edildiği teorisi? Dünya üzerinde Mars’taki Yüz’e benzer şekilde inşa edilmiş antik bir anıt var mıydı? Öncelikle, Yüz çok büyük bir oluşumdu; yaklaşık 2.370 metre uzunluğunda, 1.900 metre genişliğinde ve 480 metre yüksekliğindeydi. Giza’daki Büyük Piramitle karşılaştırıldığında ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılıyordu; Büyük Piramit’in taban uzunluğu yalnızca 226 metreydi. Dünya üzerinde ölçüsel olarak Mars’taki Yüz’e en çok benzeyen oluşumlar Peru’daki Nazca düzlüklerinde görülen esrarengiz şekillerdi. Geniş Nazca düzlükleri üzerinde bulunan bu figürler o kadar büyüktü ki tam anlamıyla ancak havadan gözlemlenebiliyorlardı. Fakat yine de, Mars’taki yüz bu figürlerden çok daha büyüktü ve üç boyutlu bir oluşumdu.
Eğer Yüz gerçekse, Marslılar için iki yönden anlam taşıyor olabilirdi. Birincisi, Marslılar bu oluşumu havadan görme yetisine sahiplerse ve bu ırk hem Dünya’da hem de Mars’ta yaşamış bir ırksa, iki gezegen arasında uçuşlar düzenliyor ve Yüz’ü bir uçuş kulesi olarak kullanıyor olabilirlerdi. Bir diğer olasılık, Marslıların Yüz’ü, uzaydan ya da Viking gibi bir ziyaretçi uydu tarafından görülebilmesi için kasıtlı olarak inşa etmiş olmaları ihtimaliydi. Belki Yüz’ü dikkat çekici bir sinyal olarak kullanıyorlar ve bu sayede dünyalı kardeşlerine uzayda yalnız olmadıklarını anlatıyorlardı.
Carlotto, McDaniel ve Richard C. Hoagland gibi araştırmacılar komşumuz Mars’ta bulunan yüz, piramitler ve diğer esrarengiz oluşumlar üzerinde incelemeler yaparken ve ısrarla bunların zeki yaşam formları tarafından yapıldığına işaret ederken; çoğu bilim adamı bu tartışmaları görmezlikten gelmiş ve Mars’ı ziyaret edecek yeni bir uzay aracı üzerindeki çalışmalarına devam etmişlerdir.
1998 yılının bahar aylarında yeni uydu Mars Global Surveyor (MGS) Kırmızı Gezegen’e ulaşacak ve çözünülürlüğü Viking’inkinden çok daha fazla olan araçlarla Mars’ın detaylı bir haritasını çıkaracaktı. Yüz’ün gerçekliğine inananlar, bu sayede Yüz’ün ve piramitlerin gerçekten de yapay yapılar olduğuna dair daha fazla kanıt elde edileceğini düşünerek heyecanlanıyorladı. Fakat, bu sırada NASA tarafından alınan karar pek çok kişiyi şoka uğrattı: Global Surveyor’ın haritalandırma görevini sınırlandırılmıştı; NASA, en azından o an için, Cydonia’daki oluşumların yeni görüntülerini almak niyetinde değildi.
Peki neden? Uzay ajansımız nasıl olur da insanlık tarihinin en önemli keşfi olabilecek bu olayı kasıtlı olarak görmezden gelebilirdi? En azından, Yüz’ün zeki yaşam formları tarafından inşa edilmiş bir yapı olduğu yönündeki iddiaları çürütmek için Cydonia’yı yeniden görüntülemeliydiler. NASA’daki bilim adamları bu sorulara, Cydonia’nın araştırmalarında öncelik taşımadığını söyleyerek cevap verdiler. Cydonia’daki oluşumların yapay olduğu düşüncesini ciddiye almıyorladı; onlar için Mars üzerinde jeolojik açıdan Cydonia’dan daha çok önem taşıyan bölgeler vardı.
Fakat NASA, bu kararı yüzünden halkın geniş protestosuyla karşılaşacaktı. Pek çok kişiye göre, NASA’nın bu yaklaşımı birşeyler gizlediğini göstermekteydi. Halkın yoğun baskısı, NASA’nın bu konuda yumuşamasını ve Cydonia bölgesini yeniden görüntülemeye karar vermesini sağladı.
Nisan 1998’de MGS, Cydonia bölgesinin Yüz’ü ve piramitlerden birini içine alan kısmını yeniden görüntüledi. Internet üzerinden de yayınlanan bu görüntüler, bu yapıların jeolojik süreçler sonucu oluşmuş katmanlardan çok mimari yapılara benzediklerini ortaya koymuştur.
Sonuçta NASA, istemeyerek de olsa, bize Mars’ta yaşamış bir uygarlığa ilişkin kanıtlar sunmuştur. Bu kanıtlar, Richard Hoagland gibi teorisyenler tarafından tüm yönleriyle tartışılmış; Mars ve Mars’ta yaşam üzerine yeni teoriler üretilmiştir. Yüz, piramitler ve şehir kompleksi gibi yapay görünümlü oluşumların bulunduğu Cydonia bölgesinin jeolojik yapısı üzerindeki incelemeler, bu bölgenin eskiden sığ bir içdenizle kaplı olduğunu ve bu denizin şehrin sınırlarına kadar uzandığı ortaya çıkarmıştır. Yüz’ün bilgisayarda netleştirilen fotoğraflarında gözbebekleri, ağız içindeki dişler gibi şaşırtıcı detaylar göze çarpmıştır. Beş kenarlı piramit detaylı olarak incelendiğinde, köşelerindeki destekler gözlemlenebilmektedir. Eğer NASA’daki bilim adamları bu bulguların ne anlama geldiğini açıklasalardı, belki de detaylar hakkında bu kadar çok teori üretilmeyecek ve gerçekler tartışılacaktı. Fakat NASA, Cydonia bölgesi hakkında hala sessizliğini korumaktadır.
Richard Hoagland’ın “Mars’ın Anıtları” adlı kitabının önsözünde araştırmacı Richard Grossinger, Mars’taki bu keşfin zamanlılığına ve dünya üzerindeki etkisine ışık tutmaktadır: “Richard Hoagland, bizi Yüz’ün varlığını kabul etmemeye iten şeyin korku ve ilgisizlik olduğuna inanıyor. Onun doğal mı yoksa yapay mı olduğu hakkında bile tartışmak istemiyoruz. Doğamızdaki birşeyler kendimizle bu şekilde yüzleşmemize izin vermiyor; sonuçta bunun yansımaları Batı biliminin katı papazlığına ve Batılı din yetkililerine zarar verebilir. Eğer Mars’ta bir insan yüzü varsa, bu alışılmış herşeyi silip süpürebilir. Mars’ta bir yüz bulunması, insanlık tarihinin bu noktasında ve varolan bunalımların ortasında o kadar beklenmeyen bir şeydir ki, bunun varlığının onaylanması önümüzde yepyeni yollar açacaktır.” Grossinger’in bu yorumu hem Cydonia fenomeninin insan ruhu üzerindeki etkisini yakalayışı bakımından, hem de bunun dini düşünce kurumları için ne anlama geldiğini anlatması bakımından oldukça dikkat çekicidir.
Cydonia bölgesi hakkında açıklama yapmasa da Mars’a olan ilgisini kaybetmeyen NASA, 2005’te Mars’a yeni bir uydunun gönderileceğini ve bu uydunun çözünülürlüğü Surveyor’dan oldukça yüksek bir kamera taşıyacağını duyurmuştur. Her ne kadar 2005’teki bu gelişmenin bize çok şey öğreteceği bir gerçekse de, Cydonia bölgesindeki yapıların doğal mı yoksa yapay mı olduğu kesin olarak ancak astronotların Mars’a ayak basmasıyla anlaşılabilecektir.

Mars üzerinde uzaylılar tarafından inşa edilmiş yapıların bulunması ihtimali bilim tarihi için bir dönüm noktasıdır. Mars üzerinde –zeki ya da mikrobiyal- bir yaşamın varlığı hala kesin olarak kanıtlanamamakla birlikte, hiç de uzak olmayan bu olasılık insanoğlunu büyülemeye devam etmektedir.
1976 yılında Mars’a gönderilen Viking uydusunun Cydonia bölgesinden yolladığı görüntüler bilim adamlarını şaşkına çevirmişti: Görüntülerde, gökyüzüne doğru bakan insan yüzüne benzer bir oluşum göze çarpmaktaydı. Bilim adamlarının çoğu bu görüntülere pek önem vermedi; eninde sonunda bu insanımsı yüz, Mars düzlüklerindeki oval biçimli bir katman üzerine düşen ışık ve gölgelerin oluşturduğu rastlantısal bir görünümdü. Uydunun görüntü çözünülürlüğünün pek yüksek olmadığını biliyorlardı, bu yüzden de ellerindeki bulanık, pürüzlü görüntünün gerçekte neye benzediğini söyleyemezlerdi. Kırmızı gezegenin bilim adamlarına çok daha ilginç gelen pek çok özelliği vardı, bu yüzden de “Mars’taki Yüz” olarak adlandırılan bu görüntü zamanla unutulup gitti. Sonuçta, Mars üzerinde herhangi bir zeki yaşam belirtisi yoktu, dolayısıyla da bu yüzün bilinmeyen bir varlık ırkı tarafından yaratıldığı düşüncesi pek mantıklı görünmüyordu.
Yoksa bu tutum yanlış mıydı? Viking uydusunun bu görüntüleri çekmesinden bir kaç yıl sonra, Goddard Uzay Uçuşları Merkezi’nden iki mühendis, Vincent DiPietro ve Gregory Molenaar, Mars’taki yüzü yeniden keşfettiler. Yüzün görüntülerinin basında yer alması halk arasında büyük heyecan yaratmıştı. Bu oluşum bir insan yüzüne o kadar çok benziyordu ki, NASA’nın görüntünün gerçek olmadığına yönelik açıklamalarına rağmen, pek çok kişi bunun gerçek olma ihtimali karşısında büyülenmişti. Yüz, Viking uydusunun güneş farklı açılardayken çektiği iki ayrı fotoğrafta belirmekteydi; her iki görüntüde de yüzün özellikleri aynıydı. Orantılar doğru gibi gözüküyordu. Görüntülerde yüzün, sağ yanı gölgede kalmasına rağmen, gayet simetrik olduğu göze çarpıyordu; doğal bir oluşuma hiç benzememekteydi.
Elektrik mühendisi ve deneyimli bir dijital görüntü uzmanı olan Mark J. Carlotto ve Kuzey Califoria’daki Sonoma Devlet Üniversitesi Felsefe Profesörü Stanley V. McDaniel gibi bir kaç bilim adamı, NASA’nın elindeki orjinal görüntüleri bilgisayar teknolojisinin de yardımıyla daha net bir hale getirerek ne anlama geldiklerini araştırma görevini üzerlerine aldılar. Bu netleştirilmiş görüntüler, yüzdeki diğer bir çok insanımsı özelliği daha gün ışığına çıkarmıştı. Bu insan benzeri yüz, bir tür kask giymiş gibiydi. Ağıza benzer görünümün içindeki dişler ve gözlerin irisleri görülebiliyordu. Yüzün dijital teknolojiyle oluşturulan üç boyutlu görüntüleri, resimde herhangi bir ışık ya da gölge oyunu olmadığına inananların savlarını desteklemekteydi. Bu da bizi asıl konuya getiriyordu: başka bir gezegendeki uygarlığa ilişkin kanıtlar…
Diğer esrarengiz keşifler
Bu mümkün olabilir miydi? Bu yüz, uzaylı bir ırk tarafından inşa edilmiş devasa bir anıt olabilir miydi? Eğer gerçekten dünya dışı bir ırk tarafından inşa edilmişse, neden bu kadar insanımsı görünüyordu?
Cydonia platosunda yapılan diğer keşifler, yüzü inşa edenlerin kimliği ve bunların dünya üzerindeki yaşamla bağlantıları konusunda ipuçları vereceğe benziyordu. Yüzün hemen batısında, yapay olduğu düşünülen bazı esrarengiz oluşumlar bulunmaktaydı. Bunlardan biri, yaklaşık 2 mil genişliğinde beş kenarlı bir piramitti ve yüze doğru işaret etmekteydi. Ayrıca, bir şehir kompleksine benzeyen oluşumlar da göze çarpmaktaydı. Bu üç yapı kusursuz bir ikizkenar üçgen oluşturacak şekilde düzenlenmişti.
Piramitler denince akla hemen gizemini hala koruyan eski Mısır uygarlığı gelmekteydi. Mars’taki piramitlerin keşfinden çok önceleri bile, bazı gruplar Mısır piramitlerinin uzaylılar tarafından ya da onların yardımıyla inşa edildiğini savunuyorlardı. Cydonia bölgesindeki piramitlerin keşfinden sonra, Yüz’ün varlığı ve taşıdığı anlam daha da önem kazandı.
Aslına bakılırsa, Cydonia piramitlerinin Viking uydusu tarafından çekilen görüntüleri ve Mısır Piramitlerinin havadan çekilen fotoğrafları dikkat çekici ölçüde birbirine benzemekteydi. Her iki gezegende de inşa edilmiş bu yapılar aynı antik uygarlığın eseri olabilir miydi? Bu teoriyi savunanlar, Mars’taki Yüz’ün pek çok yönden Mısır sfenkslerine benzediğini iddia ediyorlardı. Peki, Aynı varlık ırkı hem dünyada hem de Mars’ta yaşamış olabilir miydi? Bu ırk iki gezegende de zeki yaşamın tohumlarını mı atmıştı? Bu olasılıklar ve taşıdıkları anlam oldukça sarsıcıydı. Eğer gerçeği yansıtıyorlarsa bu, Dünya’daki yaşamın başlangıcı, insanlığın geçmişi ve evrendeki yerimiz hakkında şimdiye kadar inandığımız her şeyi alt üst edebilirdi.
Yüz Gerçekten Bir Yüz Mü?
Viking uydusu tarafından görüntülenen Cydonia’daki oluşum gerçekten de başlık takmış bir insan yüzüne benziyordu. Bu başlık bazı araştırmacılar tarafından Mısır ve Maya krallarının giydiği başlıklara benzetilmişti. Bu insan resminin yüz kısmının pürüzsüz olması bu kişinin ya genç bir erkek ya da bir kadın olduğunu düşündürüyordu.
Araştırmacı Richard Hoagland’a göre, Cydonia’daki bu androjen yüzün başındaki, süslü bir aslan yelesiydi. Yüzün bilgisayarda netleştirilmiş fotoğrafları incelendiğinde karanlıkta kalan kısım bir aslanın yüzünü andırıyordu.
Bazı araştırmacılar ise Yüz’ün Giza’daki sfenkslerin yüzüne benzediği söylemekteydiler. Hata bazı çevreler onun Turin’in kefenindeki yüz resmini andırdığını iddia ediyorlardı.
Peki ya Yüz’ün, Giza’daki muhteşem yapıların mimarı varlıklar tarafından inşa edildiği teorisi? Dünya üzerinde Mars’taki Yüz’e benzer şekilde inşa edilmiş antik bir anıt var mıydı? Öncelikle, Yüz çok büyük bir oluşumdu; yaklaşık 2.370 metre uzunluğunda, 1.900 metre genişliğinde ve 480 metre yüksekliğindeydi. Giza’daki Büyük Piramitle karşılaştırıldığında ne kadar büyük olduğu daha iyi anlaşılıyordu; Büyük Piramit’in taban uzunluğu yalnızca 226 metreydi. Dünya üzerinde ölçüsel olarak Mars’taki Yüz’e en çok benzeyen oluşumlar Peru’daki Nazca düzlüklerinde görülen esrarengiz şekillerdi. Geniş Nazca düzlükleri üzerinde bulunan bu figürler o kadar büyüktü ki tam anlamıyla ancak havadan gözlemlenebiliyorlardı. Fakat yine de, Mars’taki yüz bu figürlerden çok daha büyüktü ve üç boyutlu bir oluşumdu.
Eğer Yüz gerçekse, Marslılar için iki yönden anlam taşıyor olabilirdi. Birincisi, Marslılar bu oluşumu havadan görme yetisine sahiplerse ve bu ırk hem Dünya’da hem de Mars’ta yaşamış bir ırksa, iki gezegen arasında uçuşlar düzenliyor ve Yüz’ü bir uçuş kulesi olarak kullanıyor olabilirlerdi. Bir diğer olasılık, Marslıların Yüz’ü, uzaydan ya da Viking gibi bir ziyaretçi uydu tarafından görülebilmesi için kasıtlı olarak inşa etmiş olmaları ihtimaliydi. Belki Yüz’ü dikkat çekici bir sinyal olarak kullanıyorlar ve bu sayede dünyalı kardeşlerine uzayda yalnız olmadıklarını anlatıyorlardı.
Carlotto, McDaniel ve Richard C. Hoagland gibi araştırmacılar komşumuz Mars’ta bulunan yüz, piramitler ve diğer esrarengiz oluşumlar üzerinde incelemeler yaparken ve ısrarla bunların zeki yaşam formları tarafından yapıldığına işaret ederken; çoğu bilim adamı bu tartışmaları görmezlikten gelmiş ve Mars’ı ziyaret edecek yeni bir uzay aracı üzerindeki çalışmalarına devam etmişlerdir.
1998 yılının bahar aylarında yeni uydu Mars Global Surveyor (MGS) Kırmızı Gezegen’e ulaşacak ve çözünülürlüğü Viking’inkinden çok daha fazla olan araçlarla Mars’ın detaylı bir haritasını çıkaracaktı. Yüz’ün gerçekliğine inananlar, bu sayede Yüz’ün ve piramitlerin gerçekten de yapay yapılar olduğuna dair daha fazla kanıt elde edileceğini düşünerek heyecanlanıyorladı. Fakat, bu sırada NASA tarafından alınan karar pek çok kişiyi şoka uğrattı: Global Surveyor’ın haritalandırma görevini sınırlandırılmıştı; NASA, en azından o an için, Cydonia’daki oluşumların yeni görüntülerini almak niyetinde değildi.
Peki neden? Uzay ajansımız nasıl olur da insanlık tarihinin en önemli keşfi olabilecek bu olayı kasıtlı olarak görmezden gelebilirdi? En azından, Yüz’ün zeki yaşam formları tarafından inşa edilmiş bir yapı olduğu yönündeki iddiaları çürütmek için Cydonia’yı yeniden görüntülemeliydiler. NASA’daki bilim adamları bu sorulara, Cydonia’nın araştırmalarında öncelik taşımadığını söyleyerek cevap verdiler. Cydonia’daki oluşumların yapay olduğu düşüncesini ciddiye almıyorladı; onlar için Mars üzerinde jeolojik açıdan Cydonia’dan daha çok önem taşıyan bölgeler vardı.
Fakat NASA, bu kararı yüzünden halkın geniş protestosuyla karşılaşacaktı. Pek çok kişiye göre, NASA’nın bu yaklaşımı birşeyler gizlediğini göstermekteydi. Halkın yoğun baskısı, NASA’nın bu konuda yumuşamasını ve Cydonia bölgesini yeniden görüntülemeye karar vermesini sağladı.
Nisan 1998’de MGS, Cydonia bölgesinin Yüz’ü ve piramitlerden birini içine alan kısmını yeniden görüntüledi. Internet üzerinden de yayınlanan bu görüntüler, bu yapıların jeolojik süreçler sonucu oluşmuş katmanlardan çok mimari yapılara benzediklerini ortaya koymuştur.
Sonuçta NASA, istemeyerek de olsa, bize Mars’ta yaşamış bir uygarlığa ilişkin kanıtlar sunmuştur. Bu kanıtlar, Richard Hoagland gibi teorisyenler tarafından tüm yönleriyle tartışılmış; Mars ve Mars’ta yaşam üzerine yeni teoriler üretilmiştir. Yüz, piramitler ve şehir kompleksi gibi yapay görünümlü oluşumların bulunduğu Cydonia bölgesinin jeolojik yapısı üzerindeki incelemeler, bu bölgenin eskiden sığ bir içdenizle kaplı olduğunu ve bu denizin şehrin sınırlarına kadar uzandığı ortaya çıkarmıştır. Yüz’ün bilgisayarda netleştirilen fotoğraflarında gözbebekleri, ağız içindeki dişler gibi şaşırtıcı detaylar göze çarpmıştır. Beş kenarlı piramit detaylı olarak incelendiğinde, köşelerindeki destekler gözlemlenebilmektedir. Eğer NASA’daki bilim adamları bu bulguların ne anlama geldiğini açıklasalardı, belki de detaylar hakkında bu kadar çok teori üretilmeyecek ve gerçekler tartışılacaktı. Fakat NASA, Cydonia bölgesi hakkında hala sessizliğini korumaktadır.
Richard Hoagland’ın “Mars’ın Anıtları” adlı kitabının önsözünde araştırmacı Richard Grossinger, Mars’taki bu keşfin zamanlılığına ve dünya üzerindeki etkisine ışık tutmaktadır: “Richard Hoagland, bizi Yüz’ün varlığını kabul etmemeye iten şeyin korku ve ilgisizlik olduğuna inanıyor. Onun doğal mı yoksa yapay mı olduğu hakkında bile tartışmak istemiyoruz. Doğamızdaki birşeyler kendimizle bu şekilde yüzleşmemize izin vermiyor; sonuçta bunun yansımaları Batı biliminin katı papazlığına ve Batılı din yetkililerine zarar verebilir. Eğer Mars’ta bir insan yüzü varsa, bu alışılmış herşeyi silip süpürebilir. Mars’ta bir yüz bulunması, insanlık tarihinin bu noktasında ve varolan bunalımların ortasında o kadar beklenmeyen bir şeydir ki, bunun varlığının onaylanması önümüzde yepyeni yollar açacaktır.” Grossinger’in bu yorumu hem Cydonia fenomeninin insan ruhu üzerindeki etkisini yakalayışı bakımından, hem de bunun dini düşünce kurumları için ne anlama geldiğini anlatması bakımından oldukça dikkat çekicidir.
Cydonia bölgesi hakkında açıklama yapmasa da Mars’a olan ilgisini kaybetmeyen NASA, 2005’te Mars’a yeni bir uydunun gönderileceğini ve bu uydunun çözünülürlüğü Surveyor’dan oldukça yüksek bir kamera taşıyacağını duyurmuştur. Her ne kadar 2005’teki bu gelişmenin bize çok şey öğreteceği bir gerçekse de, Cydonia bölgesindeki yapıların doğal mı yoksa yapay mı olduğu kesin olarak ancak astronotların Mars’a ayak basmasıyla anlaşılabilecektir.
Mars üzerinde uzaylılar tarafından inşa edilmiş yapıların bulunması ihtimali bilim tarihi için bir dönüm noktasıdır. Mars üzerinde –zeki ya da mikrobiyal- bir yaşamın varlığı hala kesin olarak kanıtlanamamakla birlikte, hiç de uzak olmayan bu olasılık insanoğlunu büyülemeye devam etmektedir.
ufo tipleri
Dünyamızda gözlemlenen UFOlar geleneksel uçaklardan çok daha farklı
geometrik modellere sahiptir. İşte en sık rapor edilen UFO biçimlerinden
bazıları:

• Diskler ve Kubbeli Diskler: Uçan daire adı verilen cisimler bunlardır. Bunların pencereler, iniş takımları, halkalar, kapılar gibi yapısal özellikleri bulunmaktadır.

• Koni: Koni biçimli UFOların pek çok çeşidi vardır. Bazıları tersyüz edilmiş koni şeklindedirler. Tabandan birleşmiş iki koni biçiminde UFOlar da gözlemlenmiştir.
• Küre: Dairesel ve küre biçiminde UFOlara dair pek çok gözlem raporu bulunmaktadır. Bunlardan çoğu gece gözlemleridir. Aynı zamanda yarım küre biçiminde UFOlar da gözlemlenmektedir.
• Boomerang: Boomerang biçimindeki UFOlar 1980’lerde gözlemlenmeye başlamıştır. Bu UFOlar genelde asimetrik bir şekle sahiptir; alçaktan ve yavaş uçarlar. Bunlardan bazıları yaklaşık üç futbol sahası büyüklüğündedir.
• Puro: 1940-1960 yılları arasında puro biçiminde büyük UFOlar nadirende olsa gözlemlenmekteydi. Bunlar bazen içlerinden disk biçiminde cisimler de çıkarmaktaydılar. 1949 yılında gözlemlenen yaklaşık bir mil uzunluğundaki puro biçimli UFO izleyenleri şaşkına çevirmişti. Günümüzde puro biçimindeki UFOlara nadir rastlanmaktadır.


08 Temmuz 1967′de ABD Cumberland’te fotograflanan Puro biçimli UFO
• Silindir: Bunlar, silindir görünümündedirler ve puro biçimli UFOlara göre daha ufaktırlar.
• Halter: Halter biçiminde UFOlar ortadan bir çubukla tutturulmuş iki küreden oluşmaktadır.
• Mantar: Bu UFOlar bir kubbe ve sapa benzer bir gövdeden oluşmaktadır.
• Piramit: Uçan, piramit şeklinde cisimlerdir.
• Dikdörtgen: Bazı UFO’lar biçim olarak aynı bir dikdörtgene benzemektedirler.
- Üçgenler: 1989 yılından itibaren yakın zamanlarda sık sık görülen bir UFO biçimidir. Üçgen UFO gözlemlerinin sayısı disk şeklinde UFO gözlemlerini aşmaktadır.

İlk defa Belçika’da görülen Üçgen UFO, 1989

25 Ocak 1997 Pine Bush, ABD
• Satürnler: Geniş bir küre ve onu çevreleyen bir halkadan oluşmaktadırlar.


TANIMLANAMAYAN YÜZEN CİSİMLERİ (U S O ’lar)
Çoğu kişi gezegenimizi ziyaret eden UFO’lar hakkında birşeyler duymuştur. Peki esrarengiz cisimler sadece gökyüzünde mi görülmektedirler? Bildiğimiz gibi, dünyanın büyük bir bölümü sular altındadır ve kanıtlar, UFO’ların gezegenimizdeki bir çok yere kimseye görünmeden gidebilmek için suları da kullandıklarını göstermektedir. UFO’ların deniz altında seyahat edenlerine U S O -Tanımlanamayan Yüzen Cisimler- adını vermekteyiz. Pek çoğumuz bunu bilmese de, bu esrarengiz denizaltı araçları hakkında pek çok gözlem raporu bulunmaktadır.

Özellikle Bermuda Şeytan Üçgeni’ndeki Bimini bölgesi, tanımlanamayan gizemli yüzen cisimler ve denizaltından gelen esrarengiz ışıkların sıklıkla gözlemlendiği bir bölgedir. Bermuda Şeytan Üçgeni’ndeki esrarengiz olayları araştıran zoolog, arkeolog ve oşenograf Dr. Manson Valentine, Bermuda’ daki USO gözlemlerinden şöyle bahsetmektedir: “Bu bölgede başka herhangi bir yerde yapılanlardan çok daha fazla gözlem yapılmaktadır. Yakın zamanlarda bölgede, uçak olmadıkları tespit edilen hava araçları ve denizaltı olmadıkları tespit edilen denizaltı araçları ile ilgili pek çok gözlem yapılmıştır.”
USO gözlemlerinin geçmişi 1800’lere kadar uzanmaktadır. 1800’lü yılların ortalarında sıklıkla görülmeye başlayan USO’lar, 1845’teTürkiye’de Antalya açıklarında, 1875’te Meksika açıklarında, 1879-1890’da Basra Körfezi’nde, 1891’de Çin Denizi’nde ortaya çıkmışlardır.
20. yüzyılda UFO gözlemlerine ilişkin raporlarının artmasıyla birlikte, denizlerdeki esrarengiz cisimlere dair gözlemler de artmıştır.
30 Haziran 1967’de bir Arjantin gemisi olan Naviero’da bulunan bir grup insan, denizde silindir biçimli bir cismin yüzdüğünü fark ettiler. Yaklaşık 33 metre uzunluğundaki bu cisim mavi-beyaz bir ışık saçıyordu. Cismin hiçbir ses çıkarmaması ve suda hızla yol almasına rağmen dalga yaratmaması gözlemcileri şaşkına çevirmişti. İnsanlar bu esrarengiz deniz aracını seyrederken, araç birdenbire rotasını Naviero’ya doğru çevirdi, hızlandı ve gemiyle çarpışmasına ramak kala suya dalarak gözden kayboldu.
1972 yılının Ağustos, Eylül ve Ekim ayları süresince Karayib Denizi’ndeki adalardan yoğun UFO ve USO gözlemleri rapor edilmiştir. 1974 yılında tekrar yoğunluk kazanan bu gözlemler, bize Venezuella açıklarında bir sualtı UFO üssünün var olduğunu düşündürmektedir.
26 Temmuz 1980’de, Brezilya gemisi “Caioba-Seahorse”la yolculuk yapan denizciler, suda yüzen, yaklaşık 10 metre çapında yuvarlak, gri bir cisim gördüler. O sırada ufukta parlak bir ışık belirdi ve gemiye doğru yaklaşmaya başladı. Işık, geminin yanındaki gri cisme doğru yaklaşırken gemideki tüm teknik ekipmanlar birdenbire arızalandı. Gri cisim yeşil, kırmızı, mavi ve sarı ışıklarla aydınlanıyordu. Yaklaştıkça çok parlak, disk biçiminde bir cisim olduğu anlaşılan bu ışık, deniz altına dalarak metalik USO’ ya doğru yöneldi ve onunla birleşti. Daha sonra bu iki cisim birlikte su yüzüne çıktılar, bir süre burada durdular, ardından da büyük bir hızla gökyüzüne yükselerek gözden kayboldular.
Peki USO’lar sadece okyanusta mı görülmektedir? Hayır, nehirlerde hatta göllerde gözlemlenen bu tür esrarengiz cisimlere dair pek çok rapor bulunmaktadır. 30 Nisan 1976’da tanımlanamayan bir cisim, İsveç’deki donmuş Siljan nehrinin buzlarını büyük bir güçle kırarak su üstüne çıkmıştır. Buzun kalınlığı 20 cm olmasına rağmen, tanıklar cismin ancak 9 metre uzunluğunda olduğunu bildirmişlerdir. Söz konusu USO, suyun dibinden gelmiş; buz tutmuş yüzeye doğru ortalama 100 km/s hızla yaklaşarak buzu kırmış ve buz üzerinde yaklaşık 800 metre uzunluğunda ve 4 metre genişliğinde bir kanal açmıştır. Bu cisim, daha sonra hiçbir hasara uğramadan su yüzüne çıkmış ve gökyüzüne doğru hızla havalanmıştır.
• Diskler ve Kubbeli Diskler: Uçan daire adı verilen cisimler bunlardır. Bunların pencereler, iniş takımları, halkalar, kapılar gibi yapısal özellikleri bulunmaktadır.
• Koni: Koni biçimli UFOların pek çok çeşidi vardır. Bazıları tersyüz edilmiş koni şeklindedirler. Tabandan birleşmiş iki koni biçiminde UFOlar da gözlemlenmiştir.
• Küre: Dairesel ve küre biçiminde UFOlara dair pek çok gözlem raporu bulunmaktadır. Bunlardan çoğu gece gözlemleridir. Aynı zamanda yarım küre biçiminde UFOlar da gözlemlenmektedir.
• Boomerang: Boomerang biçimindeki UFOlar 1980’lerde gözlemlenmeye başlamıştır. Bu UFOlar genelde asimetrik bir şekle sahiptir; alçaktan ve yavaş uçarlar. Bunlardan bazıları yaklaşık üç futbol sahası büyüklüğündedir.
• Puro: 1940-1960 yılları arasında puro biçiminde büyük UFOlar nadirende olsa gözlemlenmekteydi. Bunlar bazen içlerinden disk biçiminde cisimler de çıkarmaktaydılar. 1949 yılında gözlemlenen yaklaşık bir mil uzunluğundaki puro biçimli UFO izleyenleri şaşkına çevirmişti. Günümüzde puro biçimindeki UFOlara nadir rastlanmaktadır.
08 Temmuz 1967′de ABD Cumberland’te fotograflanan Puro biçimli UFO
• Silindir: Bunlar, silindir görünümündedirler ve puro biçimli UFOlara göre daha ufaktırlar.
• Halter: Halter biçiminde UFOlar ortadan bir çubukla tutturulmuş iki küreden oluşmaktadır.
• Mantar: Bu UFOlar bir kubbe ve sapa benzer bir gövdeden oluşmaktadır.
• Piramit: Uçan, piramit şeklinde cisimlerdir.
• Dikdörtgen: Bazı UFO’lar biçim olarak aynı bir dikdörtgene benzemektedirler.
- Üçgenler: 1989 yılından itibaren yakın zamanlarda sık sık görülen bir UFO biçimidir. Üçgen UFO gözlemlerinin sayısı disk şeklinde UFO gözlemlerini aşmaktadır.
İlk defa Belçika’da görülen Üçgen UFO, 1989
25 Ocak 1997 Pine Bush, ABD
• Satürnler: Geniş bir küre ve onu çevreleyen bir halkadan oluşmaktadırlar.
TANIMLANAMAYAN YÜZEN CİSİMLERİ (U S O ’lar)
Çoğu kişi gezegenimizi ziyaret eden UFO’lar hakkında birşeyler duymuştur. Peki esrarengiz cisimler sadece gökyüzünde mi görülmektedirler? Bildiğimiz gibi, dünyanın büyük bir bölümü sular altındadır ve kanıtlar, UFO’ların gezegenimizdeki bir çok yere kimseye görünmeden gidebilmek için suları da kullandıklarını göstermektedir. UFO’ların deniz altında seyahat edenlerine U S O -Tanımlanamayan Yüzen Cisimler- adını vermekteyiz. Pek çoğumuz bunu bilmese de, bu esrarengiz denizaltı araçları hakkında pek çok gözlem raporu bulunmaktadır.
Özellikle Bermuda Şeytan Üçgeni’ndeki Bimini bölgesi, tanımlanamayan gizemli yüzen cisimler ve denizaltından gelen esrarengiz ışıkların sıklıkla gözlemlendiği bir bölgedir. Bermuda Şeytan Üçgeni’ndeki esrarengiz olayları araştıran zoolog, arkeolog ve oşenograf Dr. Manson Valentine, Bermuda’ daki USO gözlemlerinden şöyle bahsetmektedir: “Bu bölgede başka herhangi bir yerde yapılanlardan çok daha fazla gözlem yapılmaktadır. Yakın zamanlarda bölgede, uçak olmadıkları tespit edilen hava araçları ve denizaltı olmadıkları tespit edilen denizaltı araçları ile ilgili pek çok gözlem yapılmıştır.”
USO gözlemlerinin geçmişi 1800’lere kadar uzanmaktadır. 1800’lü yılların ortalarında sıklıkla görülmeye başlayan USO’lar, 1845’teTürkiye’de Antalya açıklarında, 1875’te Meksika açıklarında, 1879-1890’da Basra Körfezi’nde, 1891’de Çin Denizi’nde ortaya çıkmışlardır.
20. yüzyılda UFO gözlemlerine ilişkin raporlarının artmasıyla birlikte, denizlerdeki esrarengiz cisimlere dair gözlemler de artmıştır.
30 Haziran 1967’de bir Arjantin gemisi olan Naviero’da bulunan bir grup insan, denizde silindir biçimli bir cismin yüzdüğünü fark ettiler. Yaklaşık 33 metre uzunluğundaki bu cisim mavi-beyaz bir ışık saçıyordu. Cismin hiçbir ses çıkarmaması ve suda hızla yol almasına rağmen dalga yaratmaması gözlemcileri şaşkına çevirmişti. İnsanlar bu esrarengiz deniz aracını seyrederken, araç birdenbire rotasını Naviero’ya doğru çevirdi, hızlandı ve gemiyle çarpışmasına ramak kala suya dalarak gözden kayboldu.
1972 yılının Ağustos, Eylül ve Ekim ayları süresince Karayib Denizi’ndeki adalardan yoğun UFO ve USO gözlemleri rapor edilmiştir. 1974 yılında tekrar yoğunluk kazanan bu gözlemler, bize Venezuella açıklarında bir sualtı UFO üssünün var olduğunu düşündürmektedir.
26 Temmuz 1980’de, Brezilya gemisi “Caioba-Seahorse”la yolculuk yapan denizciler, suda yüzen, yaklaşık 10 metre çapında yuvarlak, gri bir cisim gördüler. O sırada ufukta parlak bir ışık belirdi ve gemiye doğru yaklaşmaya başladı. Işık, geminin yanındaki gri cisme doğru yaklaşırken gemideki tüm teknik ekipmanlar birdenbire arızalandı. Gri cisim yeşil, kırmızı, mavi ve sarı ışıklarla aydınlanıyordu. Yaklaştıkça çok parlak, disk biçiminde bir cisim olduğu anlaşılan bu ışık, deniz altına dalarak metalik USO’ ya doğru yöneldi ve onunla birleşti. Daha sonra bu iki cisim birlikte su yüzüne çıktılar, bir süre burada durdular, ardından da büyük bir hızla gökyüzüne yükselerek gözden kayboldular.
Peki USO’lar sadece okyanusta mı görülmektedir? Hayır, nehirlerde hatta göllerde gözlemlenen bu tür esrarengiz cisimlere dair pek çok rapor bulunmaktadır. 30 Nisan 1976’da tanımlanamayan bir cisim, İsveç’deki donmuş Siljan nehrinin buzlarını büyük bir güçle kırarak su üstüne çıkmıştır. Buzun kalınlığı 20 cm olmasına rağmen, tanıklar cismin ancak 9 metre uzunluğunda olduğunu bildirmişlerdir. Söz konusu USO, suyun dibinden gelmiş; buz tutmuş yüzeye doğru ortalama 100 km/s hızla yaklaşarak buzu kırmış ve buz üzerinde yaklaşık 800 metre uzunluğunda ve 4 metre genişliğinde bir kanal açmıştır. Bu cisim, daha sonra hiçbir hasara uğramadan su yüzüne çıkmış ve gökyüzüne doğru hızla havalanmıştır.
15 Aralık 2012 Cumartesi
Boğaz’da Fotoğraflanan UFO!
24 Mayıs 2010 tarihinde İstanbul’un Boğaz bölgesinde Çamlıca tepesi civarlarında isminin açıklanmasını istemeyen bir vatandaşımız tarafından belgelenen fotoğrafta puro biçimindeki cismin fiziksel yapısı açıkça görülmekte…
Boğaz’da Fotoğraflanan UFO!
24 Mayıs 2010 tarihinde İstanbul’un Boğaz bölgesinde Çamlıca tepesi civarlarında isminin açıklanmasını istemeyen bir vatandaşımız tarafından belgelenen fotoğrafta puro biçimindeki cismin fiziksel yapısı açıkça görülmekte…
7 Aralık 2012 Cuma
1989 yılında Bob Lazar adında bir fizik mühendisi, Las Vegas
televizyon istasyonlarından biri olan KLAS’da bir basın açıklaması
yapmış ve S4 Bölgesi’nde UFO’ları yeniden oluşturmayla ilgili
mühendislik projesinde görev almış olduğunu iddia etmişti. UFOların
yerçekimini itici güç sistemine dayalı motorları üzerinde çalışmalar
yaptığını söyledi. Bunların güç kaynakları bir anti-madde reaktörüydü.
Lazar orada kendisine gösterilen uzay aracın bizim medeniyetimizden binlerce yıl daha gelişmiş seviyede bir teknolojiye sahip olduğunu ancak görünüşe göre bizlerden daha kısa varlıklar için yapıldığını vurgulamıştır. Lazar açıklamalarına ayrıca adı geçen bölgede dünya dışı varlıklara ait 9 adet disk şeklinde uzay aracı olduğunu da eklemişti:
“Bu disklerden bir tanesi İsviçreli Eduard Billy Maier adındaki temasçının 1970 yılı ortalarında fotoğraflarını çekmiş olduğu ve Pleiades takım yıldızından geldiği iddia edilen araca benziyordu.”

Lazar, takip eden aylarda kendisiyle yapılan röportajlarda, hikayesini daha ayrıntılı bir şekilde anlatmış, 51. bölgede bulunan birbirlerinden tamamen farklı disk şeklindeki 9 araç için yakıt olarak 223 gramlık –o zamanlarda henüz keşfedilmemiş bir element olan– element 155’in kullanıldığını açıklamıştı:
“Bu element daha çok yanık turuncu renginde olup çok yumuşaktır. Öyle ki tırnağınızla üstüne çentik bile atabilirsiniz. Ancak çok ağırdır. Elementin bir parçasını kaldırdığınızda onun kurşun olmadığını hemen söyleyebilirsiniz. Şaşırtıcı derecede ağırdır.”
Las Vegaslı bir araştırmacı-gazeteci olan George Knapp Lazar’ın geçmiş iş yaşamı araştırmış ve önceden gerçekten de Los Alamos’ta yaşadığını ve oradaki Las Alamos Ulusal Laboratuarı’nda fizikçi olarak çalıştığını doğrulamıştır. Ayrıca Lazar’ın iddia ettiği dönemlerde 51. Bölge/S4’de çalıştığını yasal olarak da onaylanan çalışma kayıtları, Donanma İstihbarat Departmanı’ndan sağlanmıştır.
Lazar’ın fizik, elektrik mühendisliği ve itici güç sistemleri alanlarındaki sağlam ve güvenilir geçmişi nedeniyle kendisiyle pek çok görüşmede bulunulmuştur. Bugüne kadar işi, üssü, çalışma arkadaşları ve yapımı oldukça zor olan uzaylı araçları hakkında çok detaylı tarifler ve bilimsel bilgiler sunmuştur.
HAVA İSTİHBARAT MERKEZİ ÜYESİ ANLATIYOR:
51. Bölgede görülen disk şekilli cisimlerle ilgili diğer bir olay, bir Hava Kuvvetleri emeklisi olan gazeteci Robert Dorr tarafından bildirilmiştir. Dorr, 1953 yılı Nisan ayında Nellis test üssünde görev yapan Hava Teknik İstihbarat Merkezi takımının bir üyesinin, kendisine, yeniden düzenlemesi yapılmış bir uçan dairenin görgü şahidi olduğunu ihbar ettiğini belirtmişti. Cismin tanzimi, söylendiğine göre, Doğu Kıyısında gerçekleştirilmişti.
“O, 8,5 m. çapında kusursuz bir diskti. Kalınlığı çemberin çevresinde 30 cm.den başlarken ortaya doğru 3,5 metreye ulaşıyordu. Savaş uçaklarınkine benzer yükseltilmiş bir kokpiti, hemen altında da onu çevreleyen 150’ye 150 cm. uzunluğunda ve 2 metre yüksekliğinde bir alan vardı. İtici güç sistemi tamamen mahvolmuştu, aygıtlar ve elektrik tertibatı tanıdık materyalleri içermesine rağmen neredeyse anlaşılmaz görünüyordu. Cisim, dünyanın yörüngesindeki bir ana gemi tarafından yönetilmek üzere dizayn edilmiş küçük bir araç olduğu kanısını uyandırıyordu. Boyutlarından ve hasar görmüş oturma yerlerinden anlaşılabileceği üzere, içinde görünüşe göre insan benzeri uzuvlara sahip 2 mürettebatı taşıyabilecek şekilde tasarlanmıştı, ancak bunlar çok daha kısa boylu varlıklar olmalıydı. Bu aracı bir insan pilotun sığabileceği şekilde tekrar dizayn etmek aylar sürmüştü.”
DAHA ÇOK TANIK:
Atomik Enerji Komisyonu’ndan ‘Q’ tipi [çok gizli bölgelere giriş izni] ve servisler arası Top Secret (Çok Gizli) geçiş iznine sahip Mike Hunt 1960’lı yıların başında 51. Bölge’de, radar bakımıyla meşgul olduğu sırada disk şeklinde bir hava aracını gördüğünü itiraf etmiştir.
Yeminli ifadesinde “sadece bir kere UFO gördüm” diyen Hunt şöyle devam etmiştir: “Araç, binaların arkasına yarı saklanmış bir şekilde yerde duruyordu. İlk gördüğümde, kuyruğunun ve kanatlarının olmadığını fark edene kadar onun küçük bir özel uçak olduğunu düşünmüştüm. Ondan yarım mil kadar uzaklıktaydım ve bu uzaklıktan gördüğüm kadarıyla araç yaklaşık 6 ya da 9 metre çapındaydı ve cilalı parlak alüminyumdan ziyade kalay ve kurşun karışımı gibi bir renkteydi.”
Hunt, birçok kere uçan daire kalkarken ya da inerken orada bulunduğunu, fakat onu izlemesine hiçbir zaman izin verilmediğini kaydetti. Ayrıca, Tonopah yakınlarındaki radar istasyonunun kuzey ucunda görev yapan radar operatörü Richard Shakleford da Hunt’a, test alanının üzerinde sık sık UFOları gördüğünü fakat kendisine onları görmezden gelmesi emredildiğinden bahsetmiştir.
Mike Hunt, o sıralarda 51. Bölgede –‘Kırmızı Işık Projesi’ ya da ‘Kırmızı Işık’ olarak bilinen- uçan dairelerle ilgili son derece gizli bir programın yürütüldüğünü biliyordu. Hunt, ayrıca kendisinin etrafta herhangi bir şey görüp görmediğine dair sorgulandığını da eklemiştir… “Her ne görmüş olursam olayım, orada gördüklerimle ilgili en ufak birşey dahi konuşursam başımın büyük belaya gireceği sıkça hatırlatılıyordu. Oradaki güvenliğin ne kadar sıkı olduğunu asla tarif edemem.”
1989 yılından beri, Japonya’dan da olmak üzere birçok uzak yerlerden gelen pek çok kişi ve haber ekibi, 51. Bölge üzerinde yerçekimine karşı yaptıkları hareketleri, manevraları ve kapasiteleri ile ordunun geleneksel araçlarının çok ötesinde bir teknoloji sergileyen, garip, parlak araçları fotoğraflamış ve kameraya almışlardır.
UFO TEKNOLOJİSİ
Bugün için gerçek anlamda yakın yıldızlar ve galaksiler arasında bir şehirden diğerine yol almak kadar hızlı yolculukları düşlüyorsak ışık hızı bariyerini dolayısıyla bizi ve hız limitlerimizi sınırlayan/belirleyen zaman ve boyut faktörünü aşacak uzay araçlarına ihtiyacımız olacaktır. bu anlayış içerisinde derin uzay yolculukları ve zamanda yolculuk konusunda ciddi adımlar atmaktan söz edeceksek bir üstuzay yolculuğunu düşünmüş olmamız gerekir..üst uzay bizim toplumumuz için hala büyük bir sırdır ve henüz albert einstein üstadın genel görecelik ve yüzyılın kuantum fiziği ufkunda beliren kurt delikleri kuramları çerçevesinde anlaşılmaya çalışılan bu gerçek henüz tam olarak kabül görmüş ve anlaşılmış değildir.
Bob Lazar ‘ın hikayesi: Bob Lazar nevada’daki ünlü 51.bölge’de bulunmuştu. Aslında bir fizik uzmanı olan lazar, ABD hükümeti tarafından resmen görevlendirilmişti. Lazar’ın ifadelerine göre bu gizli üs’deki hangarların içinde ufo benzeri uçan disklerin deneyleri yapılıyor ve uçuş prensipleri deneniyordu. lazar; disklerin uçabilmesi için adına ”yerçekimi amplifikatörü” denen bir aygıt geliştirilmişti. Aygıtın planları dünya dışı canlılar tarafından hazırlanmıştı. iki tür ufo vardı, birisi ”omicron” adı verilen bir gezegen veya bir yıldız çevresinde kısa yolculuklar yapabilen diskti. ”delta” adlı diğer tip ise, uzay-zaman alanı içinde hareket edebilen ve bu şekilde yıldızlar ve galaksiler arası yolculuk yapabilen olağan üstü bir araçtı.bu diskler ve araçlarla ilgili bilgi vardı ve uygulanıyordu.
1989 yılında bob lazar adında bir fizik mühendisi, Las Vegas televizyon istasyonlarından biri olan Klass’da bir basın açıklaması yapmış ve s4 bölgesi’nde ufo’ları yeniden oluşturmayla ilgili mühendislik projesinde görev almış olduğunu iddia etmişti. ufoların ”yerçekimini itici güç sistemi” ne dayalı motorları üzerinde çalışmalar yaptığını söyledi.iki mıknatısın birbirini itmesi yada çekmesi gibi yerçekimi dalgalarının tersi bir dalgada yerçekimine karşı kullanılabilmekteydi. bunların güç kaynakları bir anti-madde reaktörüydü.
lazar orada kendisine gösterilen uzay aracın bizim medeniyetimizden binlerce yıl daha gelişmiş seviyede bir teknolojiye sahip olduğunu ancak görünüşe göre bizlerden daha kısa varlıklar için yapıldığını vurgulamıştır. lazar açıklamalarına ayrıca adı geçen bölgede dünya dışı varlıklara ait 9 adet disk şeklinde uzay aracı olduğunu da eklemişti:
“bu disklerden bir tanesi isviçreli eduard billy maier adındaki temasçının 1970 yılı ortalarında fotoğraflarını çekmiş olduğu ve pleiades takım yıldızından geldiği iddia edilen araca benziyordu.”
lazar, takip eden aylarda kendisiyle yapılan röportajlarda, hikayesini daha ayrıntılı bir şekilde anlatmış, 51. bölgede bulunan birbirlerinden tamamen farklı disk şeklindeki 9 araç için yakıt olarak 223 gramlık –o zamanlarda henüz keşfedilmemiş bir element olan– element 115’in kullanıldığını açıklamıştı:
“bu element daha çok yanık turuncu renginde olup çok yumuşaktır. öyle ki tırnağınızla üstüne çentik bile atabilirsiniz. ancak çok ağırdır. elementin bir parçasını kaldırdığınızda onun kurşun olmadığını hemen söyleyebilirsiniz. şaşırtıcı derecede ağırdır.”
las vegaslı bir araştırmacı-gazeteci olan george knapp lazar’ın geçmiş iş yaşamı araştırmış ve önceden gerçekten de los alamos’ta yaşadığını ve oradaki las alamos ulusal laboratuarı’nda fizikçi olarak çalıştığını doğrulamıştır. ayrıca lazar’ın iddia ettiği dönemlerde 51. bölge/s4’de çalıştığını yasal olarak da onaylanan çalışma kayıtları, donanma istihbarat departmanı’ndan sağlanmıştır. lazar’ın fizik, elektrik mühendisliği ve itici güç sistemleri alanlarındaki sağlam ve güvenilir geçmişi nedeniyle kendisiyle pek çok görüşmede bulunulmuştur. bugüne kadar işi, üssü, çalışma arkadaşları ve yapımı oldukça zor olan uzaylı araçları hakkında çok detaylı tarifler ve bilimsel bilgiler sunmuştur.
Bob Lazar ‘a göre ufo ‘lar nasıl çalışıyor: lazar uçan disklerin bir anti-madde reaktörüne sahip olduğunu ve bu reaktörün yakıt olarak atom sayısı 115 olan bir elementi kullandığını ifade ediyor.lazar element 115 in dünyadaki elementler gibi tek yönlü değil, iki ayrı amaçla kullanılabilen bir element olduğunu belirtiyor ve açıklıyor; ”dünya biliminin henüz bilmediği ve özelliğini tanımlayamadığı yerçekimi enerjisi” ni element 115 sağlıyor ki bunun adı a enerjisi, bu enerji element 115′in çekirdeğinden kaynaklanıyor ve yayılıyor, ikinci olarak da, element 115 anti-madde radyasyonunun kaynağı, bu da gereken hareket gücünü oluşturuyor.lazar’ın anlatımına göre adı geçen çekim veya uçuş amplifikatörü’nün sistemi a enerjisini bir yere odaklayarak, uzay- zamanın bükülmesini sağlıyor, uzay-zaman bükülümü ise,bir astro-fizik deyimi,basit bir anlatımla ışık hızından çok daha fazla bir süratle zamanın ve üç boyutlu uzayın dışında mekan değişimi olarak düşünülebilir. uzay-zaman bükülmesi yine bir astro-fizik tanımıyla bir kara delik’ in çekim alanı kadar bir güç alanını oluşturuyor. böylece elde edilen dev enerji , ışık yılı gibi çok büyük uzaklıkların aşılmasını sağlıyor.
Lazar ekliyor; ”bir uzay-zaman bükülümü içinde yolculuk yapılırken, element 115, element 116 denen bir başka elemente dönüşerek bir anti-madde alanını da yaratıyor.anti-madde alanında oluşan zıt alan ise, element 116 sayesinde %100 enerjiye dönüşebiliyor.reaksiyonun ısısı sonucunda, ortaya çıkan elektiriksel enerji yeterli olduğu gibi, bir tür termo elektrik jenaratörü oluşturuyor. sözünü ettiğim a enerjisi, böyle sağlanırken, delta durumuna geçildiğinde a enerjisi, uzay-zaman bükülümünü sağlayınca bir tür kara delik ortaya çıkınca, ışık yılları aşılabiliyor…”
bob lazar: bu araçlar kendi çekim alanlarını yaratıyorlar.nasıl dünya herşeyi kendine doğru çekiyor ve yerde tutuyorsa, onlar bu yerçekimsel alanın bir benzerini kendilerine göre araç çevresinde yaratıp bu gücü bir hareket kaynağı olarak kullanmaktadırlar.bu araçlar kendi yerçekimsel atmosferlerini yaratabiliyorlar.dünya tüm maddeleri aşağı çektiği için onlarda aynı ortamı yaratıp aşama aşama kendilerini iten bir oluşuma geçebiliyorlar.disk şeklindeki uzay araçları bir tür atom reaktörüne sahiptirler.bir tür termoelektrik jenaratörü olan bu reaktör elektrik enerjisi üretiminde kullanılıyor.bu reaktörü çalıştırmak için element 115 denen yüksek oktanlı bir sıvı, element 116 denen bir başka elemente dönüşerek çekirdek parçalanması ile anti nükleeer tepkime meydana getirmektedir.bu işlem sonucu % 100 enerji dnüşümü gerçekleşerek reaktörde muazzam bir ısı oluşturulmaktadır.bu antimadde reaktörü bir tür anti nükleer enerjiyle işletilen mini bir termoelektrik santralidir.burdan elde edilen elektrik enerjisi dalga klavuzuna ve yerçekimi amplifikatörlerine sürülmektedir….
Lazar orada kendisine gösterilen uzay aracın bizim medeniyetimizden binlerce yıl daha gelişmiş seviyede bir teknolojiye sahip olduğunu ancak görünüşe göre bizlerden daha kısa varlıklar için yapıldığını vurgulamıştır. Lazar açıklamalarına ayrıca adı geçen bölgede dünya dışı varlıklara ait 9 adet disk şeklinde uzay aracı olduğunu da eklemişti:
“Bu disklerden bir tanesi İsviçreli Eduard Billy Maier adındaki temasçının 1970 yılı ortalarında fotoğraflarını çekmiş olduğu ve Pleiades takım yıldızından geldiği iddia edilen araca benziyordu.”
Lazar, takip eden aylarda kendisiyle yapılan röportajlarda, hikayesini daha ayrıntılı bir şekilde anlatmış, 51. bölgede bulunan birbirlerinden tamamen farklı disk şeklindeki 9 araç için yakıt olarak 223 gramlık –o zamanlarda henüz keşfedilmemiş bir element olan– element 155’in kullanıldığını açıklamıştı:
“Bu element daha çok yanık turuncu renginde olup çok yumuşaktır. Öyle ki tırnağınızla üstüne çentik bile atabilirsiniz. Ancak çok ağırdır. Elementin bir parçasını kaldırdığınızda onun kurşun olmadığını hemen söyleyebilirsiniz. Şaşırtıcı derecede ağırdır.”
Las Vegaslı bir araştırmacı-gazeteci olan George Knapp Lazar’ın geçmiş iş yaşamı araştırmış ve önceden gerçekten de Los Alamos’ta yaşadığını ve oradaki Las Alamos Ulusal Laboratuarı’nda fizikçi olarak çalıştığını doğrulamıştır. Ayrıca Lazar’ın iddia ettiği dönemlerde 51. Bölge/S4’de çalıştığını yasal olarak da onaylanan çalışma kayıtları, Donanma İstihbarat Departmanı’ndan sağlanmıştır.
Lazar’ın fizik, elektrik mühendisliği ve itici güç sistemleri alanlarındaki sağlam ve güvenilir geçmişi nedeniyle kendisiyle pek çok görüşmede bulunulmuştur. Bugüne kadar işi, üssü, çalışma arkadaşları ve yapımı oldukça zor olan uzaylı araçları hakkında çok detaylı tarifler ve bilimsel bilgiler sunmuştur.
HAVA İSTİHBARAT MERKEZİ ÜYESİ ANLATIYOR:
51. Bölgede görülen disk şekilli cisimlerle ilgili diğer bir olay, bir Hava Kuvvetleri emeklisi olan gazeteci Robert Dorr tarafından bildirilmiştir. Dorr, 1953 yılı Nisan ayında Nellis test üssünde görev yapan Hava Teknik İstihbarat Merkezi takımının bir üyesinin, kendisine, yeniden düzenlemesi yapılmış bir uçan dairenin görgü şahidi olduğunu ihbar ettiğini belirtmişti. Cismin tanzimi, söylendiğine göre, Doğu Kıyısında gerçekleştirilmişti.
“O, 8,5 m. çapında kusursuz bir diskti. Kalınlığı çemberin çevresinde 30 cm.den başlarken ortaya doğru 3,5 metreye ulaşıyordu. Savaş uçaklarınkine benzer yükseltilmiş bir kokpiti, hemen altında da onu çevreleyen 150’ye 150 cm. uzunluğunda ve 2 metre yüksekliğinde bir alan vardı. İtici güç sistemi tamamen mahvolmuştu, aygıtlar ve elektrik tertibatı tanıdık materyalleri içermesine rağmen neredeyse anlaşılmaz görünüyordu. Cisim, dünyanın yörüngesindeki bir ana gemi tarafından yönetilmek üzere dizayn edilmiş küçük bir araç olduğu kanısını uyandırıyordu. Boyutlarından ve hasar görmüş oturma yerlerinden anlaşılabileceği üzere, içinde görünüşe göre insan benzeri uzuvlara sahip 2 mürettebatı taşıyabilecek şekilde tasarlanmıştı, ancak bunlar çok daha kısa boylu varlıklar olmalıydı. Bu aracı bir insan pilotun sığabileceği şekilde tekrar dizayn etmek aylar sürmüştü.”
DAHA ÇOK TANIK:
Atomik Enerji Komisyonu’ndan ‘Q’ tipi [çok gizli bölgelere giriş izni] ve servisler arası Top Secret (Çok Gizli) geçiş iznine sahip Mike Hunt 1960’lı yıların başında 51. Bölge’de, radar bakımıyla meşgul olduğu sırada disk şeklinde bir hava aracını gördüğünü itiraf etmiştir.
Yeminli ifadesinde “sadece bir kere UFO gördüm” diyen Hunt şöyle devam etmiştir: “Araç, binaların arkasına yarı saklanmış bir şekilde yerde duruyordu. İlk gördüğümde, kuyruğunun ve kanatlarının olmadığını fark edene kadar onun küçük bir özel uçak olduğunu düşünmüştüm. Ondan yarım mil kadar uzaklıktaydım ve bu uzaklıktan gördüğüm kadarıyla araç yaklaşık 6 ya da 9 metre çapındaydı ve cilalı parlak alüminyumdan ziyade kalay ve kurşun karışımı gibi bir renkteydi.”
Hunt, birçok kere uçan daire kalkarken ya da inerken orada bulunduğunu, fakat onu izlemesine hiçbir zaman izin verilmediğini kaydetti. Ayrıca, Tonopah yakınlarındaki radar istasyonunun kuzey ucunda görev yapan radar operatörü Richard Shakleford da Hunt’a, test alanının üzerinde sık sık UFOları gördüğünü fakat kendisine onları görmezden gelmesi emredildiğinden bahsetmiştir.
Mike Hunt, o sıralarda 51. Bölgede –‘Kırmızı Işık Projesi’ ya da ‘Kırmızı Işık’ olarak bilinen- uçan dairelerle ilgili son derece gizli bir programın yürütüldüğünü biliyordu. Hunt, ayrıca kendisinin etrafta herhangi bir şey görüp görmediğine dair sorgulandığını da eklemiştir… “Her ne görmüş olursam olayım, orada gördüklerimle ilgili en ufak birşey dahi konuşursam başımın büyük belaya gireceği sıkça hatırlatılıyordu. Oradaki güvenliğin ne kadar sıkı olduğunu asla tarif edemem.”
1989 yılından beri, Japonya’dan da olmak üzere birçok uzak yerlerden gelen pek çok kişi ve haber ekibi, 51. Bölge üzerinde yerçekimine karşı yaptıkları hareketleri, manevraları ve kapasiteleri ile ordunun geleneksel araçlarının çok ötesinde bir teknoloji sergileyen, garip, parlak araçları fotoğraflamış ve kameraya almışlardır.
UFO TEKNOLOJİSİ
Bugün için gerçek anlamda yakın yıldızlar ve galaksiler arasında bir şehirden diğerine yol almak kadar hızlı yolculukları düşlüyorsak ışık hızı bariyerini dolayısıyla bizi ve hız limitlerimizi sınırlayan/belirleyen zaman ve boyut faktörünü aşacak uzay araçlarına ihtiyacımız olacaktır. bu anlayış içerisinde derin uzay yolculukları ve zamanda yolculuk konusunda ciddi adımlar atmaktan söz edeceksek bir üstuzay yolculuğunu düşünmüş olmamız gerekir..üst uzay bizim toplumumuz için hala büyük bir sırdır ve henüz albert einstein üstadın genel görecelik ve yüzyılın kuantum fiziği ufkunda beliren kurt delikleri kuramları çerçevesinde anlaşılmaya çalışılan bu gerçek henüz tam olarak kabül görmüş ve anlaşılmış değildir.
Bob Lazar ‘ın hikayesi: Bob Lazar nevada’daki ünlü 51.bölge’de bulunmuştu. Aslında bir fizik uzmanı olan lazar, ABD hükümeti tarafından resmen görevlendirilmişti. Lazar’ın ifadelerine göre bu gizli üs’deki hangarların içinde ufo benzeri uçan disklerin deneyleri yapılıyor ve uçuş prensipleri deneniyordu. lazar; disklerin uçabilmesi için adına ”yerçekimi amplifikatörü” denen bir aygıt geliştirilmişti. Aygıtın planları dünya dışı canlılar tarafından hazırlanmıştı. iki tür ufo vardı, birisi ”omicron” adı verilen bir gezegen veya bir yıldız çevresinde kısa yolculuklar yapabilen diskti. ”delta” adlı diğer tip ise, uzay-zaman alanı içinde hareket edebilen ve bu şekilde yıldızlar ve galaksiler arası yolculuk yapabilen olağan üstü bir araçtı.bu diskler ve araçlarla ilgili bilgi vardı ve uygulanıyordu.
1989 yılında bob lazar adında bir fizik mühendisi, Las Vegas televizyon istasyonlarından biri olan Klass’da bir basın açıklaması yapmış ve s4 bölgesi’nde ufo’ları yeniden oluşturmayla ilgili mühendislik projesinde görev almış olduğunu iddia etmişti. ufoların ”yerçekimini itici güç sistemi” ne dayalı motorları üzerinde çalışmalar yaptığını söyledi.iki mıknatısın birbirini itmesi yada çekmesi gibi yerçekimi dalgalarının tersi bir dalgada yerçekimine karşı kullanılabilmekteydi. bunların güç kaynakları bir anti-madde reaktörüydü.
lazar orada kendisine gösterilen uzay aracın bizim medeniyetimizden binlerce yıl daha gelişmiş seviyede bir teknolojiye sahip olduğunu ancak görünüşe göre bizlerden daha kısa varlıklar için yapıldığını vurgulamıştır. lazar açıklamalarına ayrıca adı geçen bölgede dünya dışı varlıklara ait 9 adet disk şeklinde uzay aracı olduğunu da eklemişti:
“bu disklerden bir tanesi isviçreli eduard billy maier adındaki temasçının 1970 yılı ortalarında fotoğraflarını çekmiş olduğu ve pleiades takım yıldızından geldiği iddia edilen araca benziyordu.”
lazar, takip eden aylarda kendisiyle yapılan röportajlarda, hikayesini daha ayrıntılı bir şekilde anlatmış, 51. bölgede bulunan birbirlerinden tamamen farklı disk şeklindeki 9 araç için yakıt olarak 223 gramlık –o zamanlarda henüz keşfedilmemiş bir element olan– element 115’in kullanıldığını açıklamıştı:
“bu element daha çok yanık turuncu renginde olup çok yumuşaktır. öyle ki tırnağınızla üstüne çentik bile atabilirsiniz. ancak çok ağırdır. elementin bir parçasını kaldırdığınızda onun kurşun olmadığını hemen söyleyebilirsiniz. şaşırtıcı derecede ağırdır.”
las vegaslı bir araştırmacı-gazeteci olan george knapp lazar’ın geçmiş iş yaşamı araştırmış ve önceden gerçekten de los alamos’ta yaşadığını ve oradaki las alamos ulusal laboratuarı’nda fizikçi olarak çalıştığını doğrulamıştır. ayrıca lazar’ın iddia ettiği dönemlerde 51. bölge/s4’de çalıştığını yasal olarak da onaylanan çalışma kayıtları, donanma istihbarat departmanı’ndan sağlanmıştır. lazar’ın fizik, elektrik mühendisliği ve itici güç sistemleri alanlarındaki sağlam ve güvenilir geçmişi nedeniyle kendisiyle pek çok görüşmede bulunulmuştur. bugüne kadar işi, üssü, çalışma arkadaşları ve yapımı oldukça zor olan uzaylı araçları hakkında çok detaylı tarifler ve bilimsel bilgiler sunmuştur.
Bob Lazar ‘a göre ufo ‘lar nasıl çalışıyor: lazar uçan disklerin bir anti-madde reaktörüne sahip olduğunu ve bu reaktörün yakıt olarak atom sayısı 115 olan bir elementi kullandığını ifade ediyor.lazar element 115 in dünyadaki elementler gibi tek yönlü değil, iki ayrı amaçla kullanılabilen bir element olduğunu belirtiyor ve açıklıyor; ”dünya biliminin henüz bilmediği ve özelliğini tanımlayamadığı yerçekimi enerjisi” ni element 115 sağlıyor ki bunun adı a enerjisi, bu enerji element 115′in çekirdeğinden kaynaklanıyor ve yayılıyor, ikinci olarak da, element 115 anti-madde radyasyonunun kaynağı, bu da gereken hareket gücünü oluşturuyor.lazar’ın anlatımına göre adı geçen çekim veya uçuş amplifikatörü’nün sistemi a enerjisini bir yere odaklayarak, uzay- zamanın bükülmesini sağlıyor, uzay-zaman bükülümü ise,bir astro-fizik deyimi,basit bir anlatımla ışık hızından çok daha fazla bir süratle zamanın ve üç boyutlu uzayın dışında mekan değişimi olarak düşünülebilir. uzay-zaman bükülmesi yine bir astro-fizik tanımıyla bir kara delik’ in çekim alanı kadar bir güç alanını oluşturuyor. böylece elde edilen dev enerji , ışık yılı gibi çok büyük uzaklıkların aşılmasını sağlıyor.
Lazar ekliyor; ”bir uzay-zaman bükülümü içinde yolculuk yapılırken, element 115, element 116 denen bir başka elemente dönüşerek bir anti-madde alanını da yaratıyor.anti-madde alanında oluşan zıt alan ise, element 116 sayesinde %100 enerjiye dönüşebiliyor.reaksiyonun ısısı sonucunda, ortaya çıkan elektiriksel enerji yeterli olduğu gibi, bir tür termo elektrik jenaratörü oluşturuyor. sözünü ettiğim a enerjisi, böyle sağlanırken, delta durumuna geçildiğinde a enerjisi, uzay-zaman bükülümünü sağlayınca bir tür kara delik ortaya çıkınca, ışık yılları aşılabiliyor…”
bob lazar: bu araçlar kendi çekim alanlarını yaratıyorlar.nasıl dünya herşeyi kendine doğru çekiyor ve yerde tutuyorsa, onlar bu yerçekimsel alanın bir benzerini kendilerine göre araç çevresinde yaratıp bu gücü bir hareket kaynağı olarak kullanmaktadırlar.bu araçlar kendi yerçekimsel atmosferlerini yaratabiliyorlar.dünya tüm maddeleri aşağı çektiği için onlarda aynı ortamı yaratıp aşama aşama kendilerini iten bir oluşuma geçebiliyorlar.disk şeklindeki uzay araçları bir tür atom reaktörüne sahiptirler.bir tür termoelektrik jenaratörü olan bu reaktör elektrik enerjisi üretiminde kullanılıyor.bu reaktörü çalıştırmak için element 115 denen yüksek oktanlı bir sıvı, element 116 denen bir başka elemente dönüşerek çekirdek parçalanması ile anti nükleeer tepkime meydana getirmektedir.bu işlem sonucu % 100 enerji dnüşümü gerçekleşerek reaktörde muazzam bir ısı oluşturulmaktadır.bu antimadde reaktörü bir tür anti nükleer enerjiyle işletilen mini bir termoelektrik santralidir.burdan elde edilen elektrik enerjisi dalga klavuzuna ve yerçekimi amplifikatörlerine sürülmektedir….
26 Ekim 2012 Cuma
ŞİLİ
PARLEMENTOSU’NDA
UFO
ARAŞTIRMALARININ
ÖNEMİ
KABUL
EDİLDİ!

Şili
Parlamenterleri
UFO
araştırmalarının
önemini
kabul
etti.
Şili Millet Meclisinin Savunma Komitesi üyeleri tarihte ilk kez UFO olgusunu ele aldı.
27 Ağustos 2003’te yapılan oturum süresince milletvekilleri, Comité de Estudio de Fenomenos Aereos Anomalos (CEFAA) - Hava Fenomenlerini Araştırma Merkezi temsilcilerini ve OVNIVISION - Şili UFO Araştırma Teşkilatının yöneticilerini dinlediler.
Şili Millet Meclisinin Savunma Komitesi üyeleri tarihte ilk kez UFO olgusunu ele aldı.
27 Ağustos 2003’te yapılan oturum süresince milletvekilleri, Comité de Estudio de Fenomenos Aereos Anomalos (CEFAA) - Hava Fenomenlerini Araştırma Merkezi temsilcilerini ve OVNIVISION - Şili UFO Araştırma Teşkilatının yöneticilerini dinlediler.
Oturum,
18:30’da
Ulusal
Kongre
binasının
üçüncü
katında
OVNISION’ın
yöneticisi
Cristian
Riffo’nun
sunumuyla
başladı.
Riffo
açılışı
şöyle
yaptı:
“UFO’ların
olağan
koşullarda
açıklanamayan,
bilinmez
olgular
olduğunu
ve
dünyadışı
bir
teknolojiyi
sergilediklerini
netleştirmek
istiyorum.
UFO’ların
hangi
yıldız
sistemlerinden
geldikleri
ise
başka
bir
tartışma
konusudur.”
Daha sonra Riffo, Şili Hava Yolları ile Hava Kuvvetlerine bağlı pilotların ve hava trafiği denetleyicilerinin (hava kontrol memurlarının) de içinde olduğu bir seri olayı, görüntüler ve belgelerle anlattı. Görgü tanıklarının bu olaylarla ilgili verdiği bilgiler de rapor edilmişti. Chacalluta, Tepual, Pichoy, Tobalaba, Arturo Martinez Benitez, Cerro Moreno and El Loa’da olan olaylar detaylı bir şekilde tartışıldı.
Daha sonra, Riffo ve çalışma arkadaşları, tüm milletvekillerine bu olayların detaylarının olduğu 150 sayfalık özel araştırma dosyasını sundular...
OVNIVISION’ın yöneticisi ve diğer yetkilileri, oturumun sonunda, parlamenterlerden bu olgu üzerinde çalışacak çoklu disiplin dallarından oluşan bir komitenin kurulmasının önemini ve aciliyetini belirttiler.
Ve Şili denizlerinde ve gökyüzünde bilinmeyen ciddi olayların araştırmasını yapacak bir “Şili Ulusal UFO Araştırma Komitesi” kurmanın gerekli olduğunu dile getirdiler..
Savunma Komitesi başkanı, Milletvekili Arturo Cardemil, oturumun sonunda medyaya yaptığı açıklamada, UFO olgusunun, üzerinde araştırma yapılması gereken çok ciddi ve önemli bir konu olduğunu ve zaman zaman Şili hava sahasında yaşanan ve önemli tanıklarca gözlemlenen bu gibi tanımlanamayan uçan cisimlerin hava trafiğinin normal işleyişini bozduğundan bahsetti ve “UFO Araştırma Merkezlerinin olduğu gelişmiş ülkeleri örnek almalı ve bu gibi olasılıklara karşı hazırlıklı olmalıyız” dedi.
Daha sonra Riffo, Şili Hava Yolları ile Hava Kuvvetlerine bağlı pilotların ve hava trafiği denetleyicilerinin (hava kontrol memurlarının) de içinde olduğu bir seri olayı, görüntüler ve belgelerle anlattı. Görgü tanıklarının bu olaylarla ilgili verdiği bilgiler de rapor edilmişti. Chacalluta, Tepual, Pichoy, Tobalaba, Arturo Martinez Benitez, Cerro Moreno and El Loa’da olan olaylar detaylı bir şekilde tartışıldı.
Daha sonra, Riffo ve çalışma arkadaşları, tüm milletvekillerine bu olayların detaylarının olduğu 150 sayfalık özel araştırma dosyasını sundular...
OVNIVISION’ın yöneticisi ve diğer yetkilileri, oturumun sonunda, parlamenterlerden bu olgu üzerinde çalışacak çoklu disiplin dallarından oluşan bir komitenin kurulmasının önemini ve aciliyetini belirttiler.
Ve Şili denizlerinde ve gökyüzünde bilinmeyen ciddi olayların araştırmasını yapacak bir “Şili Ulusal UFO Araştırma Komitesi” kurmanın gerekli olduğunu dile getirdiler..
Savunma Komitesi başkanı, Milletvekili Arturo Cardemil, oturumun sonunda medyaya yaptığı açıklamada, UFO olgusunun, üzerinde araştırma yapılması gereken çok ciddi ve önemli bir konu olduğunu ve zaman zaman Şili hava sahasında yaşanan ve önemli tanıklarca gözlemlenen bu gibi tanımlanamayan uçan cisimlerin hava trafiğinin normal işleyişini bozduğundan bahsetti ve “UFO Araştırma Merkezlerinin olduğu gelişmiş ülkeleri örnek almalı ve bu gibi olasılıklara karşı hazırlıklı olmalıyız” dedi.
Parlamenterler ayrıca, bu olguyla ciddi olarak ilgilendiklerini ve
OVNIVISION’ın yöneticilerinden bu önemli konuda düzenli olarak bilgi
almaktan memnuniyet duyacaklarını belirttiler.
Umarız,
Şili Parlementosu tarafından atılan bu önemli adım, diğer Dünya
Hükümetleri tarafından da örnek alınır ve gezegenimizin ve
insanlığın gelişim ve dönüşüm sürecini yakından ilgilendiren bu çok
önemli konu hakkında, ulusal ve uluslararası işbirliği içinde
kamuoyunun bilgilendirilmesi çalışmaları açık ve şeffaf biçimde
biran önce başlatılır...
Bu konuda, SİRİUS UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi olarak, gerek ulusal gerekse uluslararası platformdaki çalışmalarımızı, projelerimizi ve işbirliklerimizi arttırarak sürdürmeye kararlı olduğumuzu kamuoyumuzun bilgisine sunarız..
Bu konuda, SİRİUS UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi olarak, gerek ulusal gerekse uluslararası platformdaki çalışmalarımızı, projelerimizi ve işbirliklerimizi arttırarak sürdürmeye kararlı olduğumuzu kamuoyumuzun bilgisine sunarız..
Gizlenen ufo dosyaları açıklansın
BAŞKAN CLINTON’NIN BEYAZ SARAY ESKİ PERSONEL ŞEFİ JOHN
PODESTA U F O DOSYALARININ AÇIKLANMASI GİRİŞİMLERİNE ÖNCÜLÜK EDİYOR!

Eski Beyaz Saray Şefi John Podesta’nın UFO’lar hakkında ki Ulusal görüşü gayet açık. “Düşünüyorum ki uzun zamandır hükümetin UFO araştırmaları ile ilgili olarak karanlıkta bıraktığı soruların cevaplarının açığa çıkması zamanı gelmiştir.” 51. Bölge ile ilgili sorulduğunda , Podesta ; “Benim eğilimim gizlilikten yana deneme ve yanılma yerine açıklık ve şeffaflık tarafında olmak ve daha fazla bilginin başından sonuna kadar gözden geçirilmesinin harcanan emeğe değecek bir girişim olduğunu düşünüyorum.” 51. Bölge’nin UFO’larla ilgili gizli hükümet bilgilerini ve projelerini barındırıp barındırmadığına dair sorusuna ise Podesta; “Buna evet diye cevap verebilirim” dedi.

Podesta , Clinton yönetiminin en önemli isimlerinden biri olarak tanınıyor. O dönemde U FO gizemine cevap aramak üzere büyük adımlar atılmıştı. Clinton’un Bilim Danışmanı Dr. John Gibbon’un bizzat eğittiği Hava Kuvvetlerinden bir araştırma ekibi New Mexico , Roswell’de düşen UFO Olayını araştırmak üzere görevlendirildi. Ayrıca Clinton’un 1993 yılındaki ilk CIA Yöneticisi James Wooley , CIA’in yeni UFO araştırmalarına yeşil ışık yaktı. Clinton’un bizzat kendisinin , yakın arkadaşı olan Webster Hubbell’a UFO’lar hakkındaki gerçeği ortaya çıkarması yönünde istekte bulunduğu biliniyor. Kendisi de UFO fenomenine büyük ilgi duyan ve Başkan Clinton’a vereceği UFO raporunun gözden geçirilmesinde Laurence Rockefeller’a yardım eden Hillary Clinton , 1995 yılında Başkan Clinton’un Rockefeller Çiftliğine ziyareti sırasında Rockefeller’ın UFO’lar hakkında verdiği brifingde yer aldı.
Podesta’nın konuşması birçok Ulusal gazete ve Tv’lerinde yer aldı, ayrıca, SCI- FI Ulusal TV Kanalının, halk arasında UFO olarak tanımlanan cisimlerle ilgili gizli hükümet dosyalarının halka açıklanması yönündeki çalışmalara destek vermek amacıyla yapacağı yayın kampanyasının bir parçası olarak naklen yayınlandı. Podesta , ayrıca bağımsız bir gazeteci tarafından hazırlanan , Federal Hükümetin artık herkes tarafından bilinen bu fenomen üzerinde sistematik bir bilimsel araştırmayı sürdürmekteki başarısızlığını ortaya koyan bir raporu halka açıkladı..
Bu önemli konuşma , 22 Ekim 2002 tarihinde Washington’daki Ulusal Basın Kulübünde yapıldı. Podesto , UFO’lar hakkındaki sırların açıklanması yönündeki desteğini sunmasının yanı sıra UFO’lar konusunda yeni bir FOIA - Haberalma Özgürlüğü Hareketi girişimini de halka duyurdu. Haber Özgürlüğü Koalisyonu özellikle çok uzun zamandır UFO’ları araştıran Hava Kuvvetlerine baskı yapıyor.
Haber Alma Özgürlüğü Hareketi fikrini ilk ortaya atan kişi olan Nation , The Boston Globe ve International Herald Tribune gazeteleri yazarı Leslie Kean , şöyle söylüyor :
“ Bu bilginin neden gizli tutulduğunu anlamak mümkün değil. Hükümet UFO olay gerçekleştiğini bile kabul etmiyor fakat biz gerçek olduğunu biliyoruz.Dünya üzerinde gözlemlenen birçok UFO olayıyla ilgili kesin kanıtlar var ve bunlar ayrıntılı şekilde belgelenmiş durumdalar.”
PODESTA;
“Gizlenen
UFO
Dosyaları
halka
açıklansın!”.
Clinton
döneminde
Beyaz
Saray
Personel
Şefi
olan
John
Podesta
,
Washington
DC’deki
National
Press
Club’ta
dün
yaptığı
basın
toplantısnda
U F
O
kayıtları
ile
ilgili
gizli
hükümet
belgelerinin
açıklanması
yönündeki
çalışmalara
destek
verdi
ve
Pentagon’u
‘
UFO
‘
larla
ilgili
olayların
yer
aldığı
gizli
dosyaları
halka
açıklamaya
çağırıyor.
Podesta konuşmasında, şunları söyledi : “ Artık hükümetin 25 yıldan daha eski olan bu gizli kayıtları ortaya çıkarması ve bu fenomenlerin gerçek doğasını araştıran bilim adamlarına yardımcı olacak şekilde kaynak oluşturması gerekmektedir.”
Podesta , hükümetin UFO’larla ilgili gizli dosyalarının açıklanması için Washington DC’de kurulan yeni grupta yer alan çok sayıdaki politikacı, askeri ve sivil yetkilide sadece biri.
Podesta konuşmasında, şunları söyledi : “ Artık hükümetin 25 yıldan daha eski olan bu gizli kayıtları ortaya çıkarması ve bu fenomenlerin gerçek doğasını araştıran bilim adamlarına yardımcı olacak şekilde kaynak oluşturması gerekmektedir.”
Podesta , hükümetin UFO’larla ilgili gizli dosyalarının açıklanması için Washington DC’de kurulan yeni grupta yer alan çok sayıdaki politikacı, askeri ve sivil yetkilide sadece biri.
Eski Beyaz Saray Şefi John Podesta’nın UFO’lar hakkında ki Ulusal görüşü gayet açık. “Düşünüyorum ki uzun zamandır hükümetin UFO araştırmaları ile ilgili olarak karanlıkta bıraktığı soruların cevaplarının açığa çıkması zamanı gelmiştir.” 51. Bölge ile ilgili sorulduğunda , Podesta ; “Benim eğilimim gizlilikten yana deneme ve yanılma yerine açıklık ve şeffaflık tarafında olmak ve daha fazla bilginin başından sonuna kadar gözden geçirilmesinin harcanan emeğe değecek bir girişim olduğunu düşünüyorum.” 51. Bölge’nin UFO’larla ilgili gizli hükümet bilgilerini ve projelerini barındırıp barındırmadığına dair sorusuna ise Podesta; “Buna evet diye cevap verebilirim” dedi.
Podesta , Clinton yönetiminin en önemli isimlerinden biri olarak tanınıyor. O dönemde U FO gizemine cevap aramak üzere büyük adımlar atılmıştı. Clinton’un Bilim Danışmanı Dr. John Gibbon’un bizzat eğittiği Hava Kuvvetlerinden bir araştırma ekibi New Mexico , Roswell’de düşen UFO Olayını araştırmak üzere görevlendirildi. Ayrıca Clinton’un 1993 yılındaki ilk CIA Yöneticisi James Wooley , CIA’in yeni UFO araştırmalarına yeşil ışık yaktı. Clinton’un bizzat kendisinin , yakın arkadaşı olan Webster Hubbell’a UFO’lar hakkındaki gerçeği ortaya çıkarması yönünde istekte bulunduğu biliniyor. Kendisi de UFO fenomenine büyük ilgi duyan ve Başkan Clinton’a vereceği UFO raporunun gözden geçirilmesinde Laurence Rockefeller’a yardım eden Hillary Clinton , 1995 yılında Başkan Clinton’un Rockefeller Çiftliğine ziyareti sırasında Rockefeller’ın UFO’lar hakkında verdiği brifingde yer aldı.
Podesta’nın konuşması birçok Ulusal gazete ve Tv’lerinde yer aldı, ayrıca, SCI- FI Ulusal TV Kanalının, halk arasında UFO olarak tanımlanan cisimlerle ilgili gizli hükümet dosyalarının halka açıklanması yönündeki çalışmalara destek vermek amacıyla yapacağı yayın kampanyasının bir parçası olarak naklen yayınlandı. Podesta , ayrıca bağımsız bir gazeteci tarafından hazırlanan , Federal Hükümetin artık herkes tarafından bilinen bu fenomen üzerinde sistematik bir bilimsel araştırmayı sürdürmekteki başarısızlığını ortaya koyan bir raporu halka açıkladı..
Bu önemli konuşma , 22 Ekim 2002 tarihinde Washington’daki Ulusal Basın Kulübünde yapıldı. Podesto , UFO’lar hakkındaki sırların açıklanması yönündeki desteğini sunmasının yanı sıra UFO’lar konusunda yeni bir FOIA - Haberalma Özgürlüğü Hareketi girişimini de halka duyurdu. Haber Özgürlüğü Koalisyonu özellikle çok uzun zamandır UFO’ları araştıran Hava Kuvvetlerine baskı yapıyor.
Haber Alma Özgürlüğü Hareketi fikrini ilk ortaya atan kişi olan Nation , The Boston Globe ve International Herald Tribune gazeteleri yazarı Leslie Kean , şöyle söylüyor :
“ Bu bilginin neden gizli tutulduğunu anlamak mümkün değil. Hükümet UFO olay gerçekleştiğini bile kabul etmiyor fakat biz gerçek olduğunu biliyoruz.Dünya üzerinde gözlemlenen birçok UFO olayıyla ilgili kesin kanıtlar var ve bunlar ayrıntılı şekilde belgelenmiş durumdalar.”
Cıa-Mıt
“CIA” “MİT” TEN TÜRKİYE UFO RAPORLARINI İSTEDİ!

Amerikan
Merkezi Haberalma ve İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı “CIA”, Türkiye
Milli İstihbarat Dairesi “MİT” Başkanlığından 1999- 2003 yılları
arasında yaşanan UFO olaylarının detaylı bilgilerini istedi...
MİT’e, 2003 yılı Mayıs ayında CIA’den “Top Secret” “Çok Gizli” damgalı şu not ulaştı: “UFO’larla ilgili kapsamlı bir araştırma yapıyoruz, bu konuda işbirliği yapmak istiyoruz.”
CIA’nin MİT’ten bilgi talebi üzerine, Milli İstihbarat Teşkilatımız, başta Türk Hava Kuvvetleri olmak üzere, Türk Hava Kurumu ve Türk Hava Yolları gibi ilgili birimlerden rapor istedi..
Türkiye’de özellikle 1999 yılından sonra yoğunlaşan UFO gözlemleri, son dönemlerde resmi kurumların mensuplarıyla, Türk Hava Yolları ve Türk Hava Kuvvetleri pilotlarının gözlemleride eklendi. Bu gelişmeler üzerine CIA, MİT’e yazı göndererek, UFO olayları hakkında bilgi istedi. MİT’te, UFO olayları konusunda bir albay başkanlığında çalışmalar yapan Türk Hava Kuvvetlerine işbirliği önerdi ve ilgili kurumlardan ellerindeki görsel malzemeleri ve raporları istedi.
CIA’nin MİT’ten UFO dosyalarıyla ilgili bilgi talebinde bulunması, diğer ülkelerde olduğu gibi T.C’nin bazı resmi kurumlarınında UFO olgusuyla ilgili ciddi çalışmalar sürdürdüğünü açıkça belgelemektedir. Ayrıca, CIA’in bu bilgi talebi, Türkiye’de özellikle 1999 yıllından sonra artan ve toplumumuzun değişik kesimlerinden yüzlerce vatandaşımızın, askeri ve sivil pilotlarımızın gözlemlediği ve zaman zamanda filme alınan UFO olaylarının gerçek olduğunu belgelemektedir.
T.C. ASKERİ İSTİHBARATLARI’NA, MİT’e ve DİĞER TÜM İLGİLİ RESMİ KURUMLARA AÇIK ÇAĞRI…
Bilindiği üzere, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de son zamanlarda sıklıkla UFO gözlemleri yapılmakta, dünyadışı yaşama dair önemli tanıklıklar yaşanmakta ve bu olaylar sonucu birçok kanıt ele geçmektedir.
Ufoloji konusunda artık dünyanın önemli üniversitelerinde araştırma birimleri kurulmaktadır, ayrıca üst düzey askeri ve sivil yetkililer UFO’larla ilgili ele geçen kanıtları, belgeleriyle sunarak bu gerçeği açıklamaya başlamışlardır. Buna en son olarak, 11 Mayıs’ta Meksika Savunma Bakanlığı ve Hava Kuvvetlerinin yaptığı basın toplantısında, askeri uçak personelinin 11 UFO’yla karşı karşıya geldiği olayı ve görüntüleri dünya basınına sunmuşlardır.
T.C RESMİ MAKAMLARI "U F O GERÇEĞİ"Nİ AÇIKLAYARAK, DÜNYA'YA ÖNCÜLÜK ETSİN!
T.C. Askeri İstihbarat Servislerine’ne ve MİT’e, ülkemizde yaşanan resmi uçan daire gözlemleri ve karşılaşma olaylarını kamuoyunun ve Dünyanın bilgisine sunmaları için açık çağrıda bulunuyoruz. Halkımıza da "U F O Gerçeği Açıklansınİmza Kampanyası’na Katılın” çağrısı yapıyoruz
İnsanlık için son derece büyük önem taşıyan ve gezegenimizin tarihindeki dönüm noktalarından birini başlatacak bu resmi açıklamayı yapan ülkeler arasına Türkiye de girerek, Dünya’ya öncü olsun..
Dünya tarihinde görülmemiş bir zamanı başlatacak olan bu açıklamanın ve diğer dünya devletlerininde “UFO Gerçeği”ni itiraf etmelerinin, dünya insanlığını bir araya getireceğine, gezegende yeni bir barış, birlik ve beraberlik bilinci doğuracağına ve tüm insanlığı, bir Dünya vatandaşı olma bilinciyle galaksiler arası bir iletişim ve bilgi çağına taşıyacak dev bir süreci başlatacağına inanıyor ve ülkemizden bu büyük misyonu insanlık adına üstlenmesini istiyoruz.
MİT’e, 2003 yılı Mayıs ayında CIA’den “Top Secret” “Çok Gizli” damgalı şu not ulaştı: “UFO’larla ilgili kapsamlı bir araştırma yapıyoruz, bu konuda işbirliği yapmak istiyoruz.”
CIA’nin MİT’ten bilgi talebi üzerine, Milli İstihbarat Teşkilatımız, başta Türk Hava Kuvvetleri olmak üzere, Türk Hava Kurumu ve Türk Hava Yolları gibi ilgili birimlerden rapor istedi..
Türkiye’de özellikle 1999 yılından sonra yoğunlaşan UFO gözlemleri, son dönemlerde resmi kurumların mensuplarıyla, Türk Hava Yolları ve Türk Hava Kuvvetleri pilotlarının gözlemleride eklendi. Bu gelişmeler üzerine CIA, MİT’e yazı göndererek, UFO olayları hakkında bilgi istedi. MİT’te, UFO olayları konusunda bir albay başkanlığında çalışmalar yapan Türk Hava Kuvvetlerine işbirliği önerdi ve ilgili kurumlardan ellerindeki görsel malzemeleri ve raporları istedi.
CIA’nin MİT’ten UFO dosyalarıyla ilgili bilgi talebinde bulunması, diğer ülkelerde olduğu gibi T.C’nin bazı resmi kurumlarınında UFO olgusuyla ilgili ciddi çalışmalar sürdürdüğünü açıkça belgelemektedir. Ayrıca, CIA’in bu bilgi talebi, Türkiye’de özellikle 1999 yıllından sonra artan ve toplumumuzun değişik kesimlerinden yüzlerce vatandaşımızın, askeri ve sivil pilotlarımızın gözlemlediği ve zaman zamanda filme alınan UFO olaylarının gerçek olduğunu belgelemektedir.
T.C. ASKERİ İSTİHBARATLARI’NA, MİT’e ve DİĞER TÜM İLGİLİ RESMİ KURUMLARA AÇIK ÇAĞRI…
Bilindiği üzere, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de son zamanlarda sıklıkla UFO gözlemleri yapılmakta, dünyadışı yaşama dair önemli tanıklıklar yaşanmakta ve bu olaylar sonucu birçok kanıt ele geçmektedir.
Ufoloji konusunda artık dünyanın önemli üniversitelerinde araştırma birimleri kurulmaktadır, ayrıca üst düzey askeri ve sivil yetkililer UFO’larla ilgili ele geçen kanıtları, belgeleriyle sunarak bu gerçeği açıklamaya başlamışlardır. Buna en son olarak, 11 Mayıs’ta Meksika Savunma Bakanlığı ve Hava Kuvvetlerinin yaptığı basın toplantısında, askeri uçak personelinin 11 UFO’yla karşı karşıya geldiği olayı ve görüntüleri dünya basınına sunmuşlardır.
T.C RESMİ MAKAMLARI "U F O GERÇEĞİ"Nİ AÇIKLAYARAK, DÜNYA'YA ÖNCÜLÜK ETSİN!
T.C. Askeri İstihbarat Servislerine’ne ve MİT’e, ülkemizde yaşanan resmi uçan daire gözlemleri ve karşılaşma olaylarını kamuoyunun ve Dünyanın bilgisine sunmaları için açık çağrıda bulunuyoruz. Halkımıza da "U F O Gerçeği Açıklansınİmza Kampanyası’na Katılın” çağrısı yapıyoruz
İnsanlık için son derece büyük önem taşıyan ve gezegenimizin tarihindeki dönüm noktalarından birini başlatacak bu resmi açıklamayı yapan ülkeler arasına Türkiye de girerek, Dünya’ya öncü olsun..
Dünya tarihinde görülmemiş bir zamanı başlatacak olan bu açıklamanın ve diğer dünya devletlerininde “UFO Gerçeği”ni itiraf etmelerinin, dünya insanlığını bir araya getireceğine, gezegende yeni bir barış, birlik ve beraberlik bilinci doğuracağına ve tüm insanlığı, bir Dünya vatandaşı olma bilinciyle galaksiler arası bir iletişim ve bilgi çağına taşıyacak dev bir süreci başlatacağına inanıyor ve ülkemizden bu büyük misyonu insanlık adına üstlenmesini istiyoruz.
inGİZLİ DOSYALAR TÜRK HAVA KUVVETLERİNİ ALARMA GEÇİREN U F O KARŞILAŞMASI!
Em. Pilot Binbaşı;
“O kadar süratli hareket ediyor ve manevralar yapıyordu ki,
teknolojisi, ve sürati bilinen hiçbir şeye kesinlikle uymuyordu!”
UFO’lar hemen her ülkede değişik sosyal çevrelerden ve mesleklerden insanlar tarafından rapor edilmekteler.
Bu gruplardan en önemlilerinden biri de , hava objelerini, meteorolojik oluşumları ve atmosferik fenomenleri çok iyi bilen ve bunları sürekli deneyimleyen askeri ve sivil pilotlar..
Mesleki bilgilerinden ve hava objelerini çok iyi tanımalarından dolayı Pilotların UFO gözlemleri ayrı bir değer ve önem kazanmakta.
H:
Süleyman
Bey bize kısaca kendinizi tanıtırmısınız..
S: 1938 doğumluyum, 1961 Hava Harp Okulu mezunuyum. Hava Kuvvetlerinde pilot olarak,
Av pilotluğu görevinde bulundum. Şuan da 20 bin saatin üzerinde uçuş deneyimim var. Hava Kuvvetleri ve daha sonra da THY olmak üzere toplam 20 bin saatin üzerinde uçuşum bulunmakta. Hava Kuvvetlerinden Binbaşı olarak emekli oldum ve daha sonra uzun yıllar THY’ larında görev yaptım..
H: Bu yaşadığınız önemli deneyim 1968 yılında Hava Kuv. Yüzbaşı olduğunuz dönemde olmuştu sanırım..
S: Evet, olayın olduğu yılda kıdemli Yüzbaşıydım. Bandırma 161. Filo Hava Üssünde görevliydim. O gün arkadaşım Hami Yüksel’le (şuan kendisi hala THY Kaptan Pilotu olarak görev yapmakta) alarm pilotu görevindeydik. O gün alarm konumunda bize talimat verildi ve 2 uçak olarak kalktık.
H: F-5 uçakları kullanıyordunuz değil mi o dönemlerde?
S:
Evet, 2 F-5 ‘le havalandık Hami Yüksel ve ben. 2.7.0 başta uçmamız
istendi. Mahiyeti, batıdan izinsiz olarak bir girişin olduğu ve
teşhis edilemediği için bizim hedefi gözle görüp, tarif etmemiz
istendi.
H: Yani Türk Hava sahasına izinsiz bir cisim, bir araç girdiğini, bu cismin ne olduğunu teşhis etmeniz için sizi avcı uçaklarla görevlendirdiler..
S: Evet, 20 bin fite tırmandık. Hedefi teşhis ettiğim zaman Edirne’yi geçmiştik. Hedefi gördüğümü söyledim. Hedefi takip etmem istendi. Hedefe yaklaşmak üzereyken, ne olduğu sorulduğunda, cismin ters dönmüş bir ampule benzediğini söyledim. Ve gri renkte bir hedefti.
Daha önce, Hava Kuvvetleri Merzifon’dayken önlemiş olduğum Meteoroloji balonları vardı, 2 defa önlemiştim bu balonlardan. Bu cismin bir meteoroloji balonu olduğunu söyledim.
Merkezden devam edin yaklaşmaya dediler, cisme doğru yaklaşırken, cisim aniden sola ve yukarı o kadar süratli bir şekilde dönüş yaptı ve yükseldi ki, bunu gözle bile takip etmek imkansızdı!
H: O zaman anladınız, cismin balon olamayacağını...
S: O anda cismin balon olmasının imkansız olduğunu anladım, balon değil bu dedim. Bu mutlaka çok süratli bir cisimdi. Ve iki arkadaş, yedek tahkikate geçmek suretiyle cismi takip etmeye başladık. Ses hızının 1.5 misli süratinde uçabilen uçaklardaydık ben ve arkadaşım Hami Yüksel.
H: Hava şartları nasıldı acaba?
S: Hava, havacılık tabirine göre tamamen “clear” yani çok net, açık bir havaydı. Sis, pus gibi görüşü azaltan hiçbir etken yoktu. Cisim olağanüstü süratle yer değiştiriyordu. Sağa yukarı, yukarıya, sola...O kadar süratli yer değiştiriyordu ki, şimdiye kadar gördüğümüz hiçbir cisme benzemiyordu. 45 bin fite kadar tırmandık, bizim uçağımızın tavanı 45 bin fittir..
H: Daha fazla yükselemiyor uçağınız?
S: 45 bin fitin üzerinde görev yapamaz hale geliyor uçak..Cisimse, sağa, sola, yukarıya , aşağıya olağanüstü manevralarla hareket ediyordu. 90 derece dönüşler, sert ve inanılmaz manevralardı bunlar..
H: Yani yaptığı manevralar bizim teknolojimizle yapılabilecek manevralar değil..
S: Kesinlikle değil! Yıl 1968. Şuan da bile böyle manevralar ve sürat yapabilecek dünyada hiçbir teknoloji yok. Son derece süratliydi. Sanki bizimle oyun oynar gibiydi, yakın angaje olmak imkansızdı. Biz tavanımıza kadar yükseldikten sonra, mesleğimin dürtüsüyle bir el top ateşi yapmak istedim. Bu düşüncemi de sesli hale getirdim.
H: Duydular tabii sizi Merkezden..
S: Evet, telsizden, operasyon merkezinden görevli subay; “ kesinlikle ateş edilmeyecek, emirdir bu!” dedi. Ve “derhal üssünüze dönün göreviniz bitmiştir” dediler.
Üsse döndüğümüz zamanda, Türkiye’deki tüm hava meydanlarına alarm verilmişti.
H: Demek birçok radar skoplarında cismi tespit ettiler ve konuşmalarınızda duyuldu..
S:
Evet, Merkezle konuşmalarımızın hepsi harici butonla yapıldığı için,
etraftaki bütün radarlar ve sistemler bizi duyuyorlardı. Alarm
verilmesinin sebebi, olayın ne kadar büyük ve önemli olduğunun
farkına vardıklarından dolayıdır. Yoksa neden alarm verilsin ki
bütün illere..
H: Elbette. Peki sayın Tekyıldırım, bu cismi çok net bir şekilde gündüz ve açık bir havada 2 deneyimli pilot olarak gördünüz. Cismin inanılmaz süratine ve manevralarına tanık oldunuz.
Çok deneyimli ve tecrübeli bir pilotsunuz, bilinen hiçbir teknolojiyle bağdaşıyor mu karşılaştığınız bu cismin manevraları ve hızı?
S: Kesinlikle bağdaşmıyor efendim..Bu kesinlikle dünya dışı kaynaklı bir araçtı..Ben ve arkadaşım eminiz bundan. Bizim o anda uçtuğumuz uçakla, yani F-5’lerle sesten 1.5 misli
süratle hareket etmekteydik, o cismin süratiyse belki bizden bin misli daha fazlaydı.
O kadar süratli hareket ediyor ve manevralar yapıyordu ki, teknolojisi, ve sürati bilinen hiçbir şeye kesinlikle uymuyordu..
H: Yaşadığınız bu önemli olayla ilgili herhangi bir resmi açıklama yapılmadı tabii her zaman ki gibi...
S: Hayır, bu olay basına ve halka açıklanmadı, resmi raporlar ve olayla ilgili bilgiler açıklanmadı, hala gizlenmekte.
H: Teşekkür ederiz sayın Tekyıldırım, bu önemli deneyimi bizimle ve Türk halkıyla paylaştığınız için.
Umarız bu açıklamalarınız “UFO Gerçeği” konusuna önyargıyla bakan veya bu önemli gerçeği kendi halkından saklamaya çalışan birtakım çevrelere örnek olur.
UFO’lar hemen her ülkede değişik sosyal çevrelerden ve mesleklerden insanlar tarafından rapor edilmekteler.
Bu gruplardan en önemlilerinden biri de , hava objelerini, meteorolojik oluşumları ve atmosferik fenomenleri çok iyi bilen ve bunları sürekli deneyimleyen askeri ve sivil pilotlar..
Mesleki bilgilerinden ve hava objelerini çok iyi tanımalarından dolayı Pilotların UFO gözlemleri ayrı bir değer ve önem kazanmakta.
Türkiye’de de askeri ve sivil pilotlarımızın UFO ‘larla karşı karşı
karşıya geldikleri çok önemli “yakın karşılaşma”olayları yaşanmakta.
Bu olayların tanıklarından Em. Pilot Binbaşı Süleyman Tekyıldırım
Hava Kuvvetlerinde görevliyken yaşadığı ve hala gizlenen olayı
Haktan Akdoğan’a anlattı.
S: 1938 doğumluyum, 1961 Hava Harp Okulu mezunuyum. Hava Kuvvetlerinde pilot olarak,
Av pilotluğu görevinde bulundum. Şuan da 20 bin saatin üzerinde uçuş deneyimim var. Hava Kuvvetleri ve daha sonra da THY olmak üzere toplam 20 bin saatin üzerinde uçuşum bulunmakta. Hava Kuvvetlerinden Binbaşı olarak emekli oldum ve daha sonra uzun yıllar THY’ larında görev yaptım..
H: Bu yaşadığınız önemli deneyim 1968 yılında Hava Kuv. Yüzbaşı olduğunuz dönemde olmuştu sanırım..
S: Evet, olayın olduğu yılda kıdemli Yüzbaşıydım. Bandırma 161. Filo Hava Üssünde görevliydim. O gün arkadaşım Hami Yüksel’le (şuan kendisi hala THY Kaptan Pilotu olarak görev yapmakta) alarm pilotu görevindeydik. O gün alarm konumunda bize talimat verildi ve 2 uçak olarak kalktık.
H: F-5 uçakları kullanıyordunuz değil mi o dönemlerde?
H: Yani Türk Hava sahasına izinsiz bir cisim, bir araç girdiğini, bu cismin ne olduğunu teşhis etmeniz için sizi avcı uçaklarla görevlendirdiler..
S: Evet, 20 bin fite tırmandık. Hedefi teşhis ettiğim zaman Edirne’yi geçmiştik. Hedefi gördüğümü söyledim. Hedefi takip etmem istendi. Hedefe yaklaşmak üzereyken, ne olduğu sorulduğunda, cismin ters dönmüş bir ampule benzediğini söyledim. Ve gri renkte bir hedefti.
Daha önce, Hava Kuvvetleri Merzifon’dayken önlemiş olduğum Meteoroloji balonları vardı, 2 defa önlemiştim bu balonlardan. Bu cismin bir meteoroloji balonu olduğunu söyledim.
Merkezden devam edin yaklaşmaya dediler, cisme doğru yaklaşırken, cisim aniden sola ve yukarı o kadar süratli bir şekilde dönüş yaptı ve yükseldi ki, bunu gözle bile takip etmek imkansızdı!
H: O zaman anladınız, cismin balon olamayacağını...
S: O anda cismin balon olmasının imkansız olduğunu anladım, balon değil bu dedim. Bu mutlaka çok süratli bir cisimdi. Ve iki arkadaş, yedek tahkikate geçmek suretiyle cismi takip etmeye başladık. Ses hızının 1.5 misli süratinde uçabilen uçaklardaydık ben ve arkadaşım Hami Yüksel.
H: Hava şartları nasıldı acaba?
S: Hava, havacılık tabirine göre tamamen “clear” yani çok net, açık bir havaydı. Sis, pus gibi görüşü azaltan hiçbir etken yoktu. Cisim olağanüstü süratle yer değiştiriyordu. Sağa yukarı, yukarıya, sola...O kadar süratli yer değiştiriyordu ki, şimdiye kadar gördüğümüz hiçbir cisme benzemiyordu. 45 bin fite kadar tırmandık, bizim uçağımızın tavanı 45 bin fittir..
H: Daha fazla yükselemiyor uçağınız?
S: 45 bin fitin üzerinde görev yapamaz hale geliyor uçak..Cisimse, sağa, sola, yukarıya , aşağıya olağanüstü manevralarla hareket ediyordu. 90 derece dönüşler, sert ve inanılmaz manevralardı bunlar..
H: Yani yaptığı manevralar bizim teknolojimizle yapılabilecek manevralar değil..
S: Kesinlikle değil! Yıl 1968. Şuan da bile böyle manevralar ve sürat yapabilecek dünyada hiçbir teknoloji yok. Son derece süratliydi. Sanki bizimle oyun oynar gibiydi, yakın angaje olmak imkansızdı. Biz tavanımıza kadar yükseldikten sonra, mesleğimin dürtüsüyle bir el top ateşi yapmak istedim. Bu düşüncemi de sesli hale getirdim.
H: Duydular tabii sizi Merkezden..
S: Evet, telsizden, operasyon merkezinden görevli subay; “ kesinlikle ateş edilmeyecek, emirdir bu!” dedi. Ve “derhal üssünüze dönün göreviniz bitmiştir” dediler.
Üsse döndüğümüz zamanda, Türkiye’deki tüm hava meydanlarına alarm verilmişti.
H: Demek birçok radar skoplarında cismi tespit ettiler ve konuşmalarınızda duyuldu..
H: Elbette. Peki sayın Tekyıldırım, bu cismi çok net bir şekilde gündüz ve açık bir havada 2 deneyimli pilot olarak gördünüz. Cismin inanılmaz süratine ve manevralarına tanık oldunuz.
Çok deneyimli ve tecrübeli bir pilotsunuz, bilinen hiçbir teknolojiyle bağdaşıyor mu karşılaştığınız bu cismin manevraları ve hızı?
S: Kesinlikle bağdaşmıyor efendim..Bu kesinlikle dünya dışı kaynaklı bir araçtı..Ben ve arkadaşım eminiz bundan. Bizim o anda uçtuğumuz uçakla, yani F-5’lerle sesten 1.5 misli
süratle hareket etmekteydik, o cismin süratiyse belki bizden bin misli daha fazlaydı.
O kadar süratli hareket ediyor ve manevralar yapıyordu ki, teknolojisi, ve sürati bilinen hiçbir şeye kesinlikle uymuyordu..
H: Yaşadığınız bu önemli olayla ilgili herhangi bir resmi açıklama yapılmadı tabii her zaman ki gibi...
S: Hayır, bu olay basına ve halka açıklanmadı, resmi raporlar ve olayla ilgili bilgiler açıklanmadı, hala gizlenmekte.
H: Teşekkür ederiz sayın Tekyıldırım, bu önemli deneyimi bizimle ve Türk halkıyla paylaştığınız için.
Umarız bu açıklamalarınız “UFO Gerçeği” konusuna önyargıyla bakan veya bu önemli gerçeği kendi halkından saklamaya çalışan birtakım çevrelere örnek olur.
24 Ekim 2012 Çarşamba
hoppi kızılderilileri ve ufolar
Kelime
anlamı iyi, barışçı ya da akıllı anlamına gelen Hopi Kızılderilileri,
güneybatılı Pueblo adındaki gruptan gelmektedirler.

Black Mesa’nın güneyindeki Arizona bölgesinin kuzeydoğusunda yaşamaktadırlar. 1050 yılından beri Üçüncü Mesa’da yaşayan Oriabi Puebloları, Kuzey Amerika’nın en eskileridir. Ataları olan Anasaziler, Meksika Azteklileri’yle akrabadırlar ve bugün, onların bundan 5-10 bin yıl önce yaşadıkları yerde yaşıyorlar.
Hopi Kızılderililerinin inançlarında, adları Pokanghoya ve Palongauhoya olan ikiz Tanrı sembolü vardır. Efsaneye göre, yeryüzünün kuzey ve güney eksenlerinin koruyucuları olan bu Tanrılara hükmeden yaratıcının yeğeni Sotuknang, onlara halkı kötü hale gelen “ikinci dünyanın” yıkılması için yerlerini terk etmelerini emretmiştir. Böylece kendini denetleyen kimse kalmayınca dünya delice dönmeye başlar ve iki kez tepe taklak olur. Dağlar büyük bir gürültüyle denize devrilir, deniz ve göller toprağı kaplar; dünya da soğuk uzayda bir buza dönüşür.
Hopiler, “ilk dünyanın” ateş, “üçüncü dünyanın” da su tarafından yokedildiğini iddia ederler.. Hopi Kızılderililerin de eski Mısırlar gibi Sirius’u tanıdıkları ve ona “Mavi Kaçina Yıldızı” adını verdikleri bilinir. Kabilede yaşayan asırlık bir inanç, kabilenin 250 bin yıl önce Sirius sisteminden geldiklerini ve yerleştikleri zaman kapsüllerinin de ya gelecek bin yıldan önce ya da hemen sonra açılacağını söyler.
İkiz Tanrı sembolü, kesin bir şekilde Sirius yıldızıyla ilgilidir; kutupsallık ilkesi, tüm Sirius uygulamalarını içermektedir. Aslan kudreti, kristal kudreti ve zaman faktörüyle birlikte, Siriusyen konsantrasyon pratiğinin dörtlü temellerini oluşturur.
Hopiler, Kaçinaların evinin, üzerinde büyük bulut oluşumları bulunan dağların tepesinde olduğuna inanırlardı. Bugün, bazı UFO’ların Lenticular Bulutları olarak adlandırdığımız, göze görünmemek için yapılan bulut formlarının içinde saklandığını biliyoruz.

Bulutları zaman zaman kamuflaj olarak kullanan UFO'lar

Buluta gizlenmiş birbaşka UFO, yer Vilborg- Danimarka, 17 Kasım 1974
Kendilerinin Pleiadianslılar’ın soyundan geldiğini kabul eden Hopiler, Pleidianlar’a, birbirine sıkı sıkıya bağlı ya da yapışık anlamına gelen ‘Chuhukon’ derler. Siyah Tanrının evi olan Pleiades’e mutluluk için dua ederler. Onlar, kendilerinin dünyaya önce ruh olarak geldiklerini ve sonra canlı kanlı varlık haline dönüştüklerine inanırlar.
Efsaneye göre Hopiler’in bağlılığı, gelecekte bir gün diğer gezegendekilerce görülecek ve onlar da oraya alınacak. Bu nedenden dolayı da onlar şimdi gökyüzünü izleyip UFO’ların gelip onlarla temas kuracakları zamanı bekliyorlar.
Hopilerin inandıkları takımyıldızları hakkındaki bilgileri, dünyanın diğer tarafındaki batılı uygarlıklarının, bizlerin bilgileriyle hemen aynıdır. Farklı adlarla isimlendirilmiş olsalar da düzenekleri birbirine çok benzemektedir.
Dünyayı onurlandıran Achive’ler adında kutsal yerlerin varlığına inanırlar. Bu yerler Şamanların dini işler için dünyaya indiği yerlerdir. Efsaneye göre, çağlar boyunca insan nesilleri yok olma tehlikesinde iken, temiz kalpli insanlar yer altına inip orada korundular. Onlara göre; kendileri dünyanın ortasında Karınca İnsanlar dedikleri bir grup varlıkla beraber oturuyorlar.
Karınca İnsanların resimleri günümüzde Sürüngenimsi ya da Griler varlıklar olarak adlandırılan geniş kafalı, kısa ve kalın vücutlu, 4,5 ya da 6 ince uzun parmaklı uzaylılara benzemektedir. Resimlerin bazılarında, bu varlıklardan onlara telepatik olarak düşüncelerin geldiğini gösteren işaretler vardır.
Günümüzde sayıları 8 bini bulan Hopiler, çok sayıda eski dönemlerden kalmış resimli kayaları muhafaza etmektedirler. Grubun şefi olan Beyaz Ayı, hala onların çoğunun tercümesini yapabilmektedir. Benzer resimler dünyanın her yanında bulunabilir, Beyaz Ayı’nın bilgisi şimdiye dek anlaşılamayan bu tür resimlerin açıklanmasında çok yardımcı olabilecek olmasına rağmen onun sırrını açıklamamaktadır.
Hopi efsaneleri, atalarının sonsuz uzaydan geldiğini ve dünyaya varmadan önce birçok gezegeni ziyaret ettiğini söyler.
Hopiler, bugün bile Tanrılara olan bağlılıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Efsaneye göre bu bağlılıkları yakın bir gelecekte Tanrıları tarafından ödüllendirilecek ve Dünya yıkıcı bir değişim sürecinden geçerken, Hopiler Tanrılarının oturdukları yıldızlara alınacaktır. Onlara göre gerçekleşmekte olan gezegensel değişimler bu günün yaklaşmakta olduğunun habercisidir. Ve onlar şimdi gökyüzünü izleyip UFO’ların gelip onları yıldızlardaki yuvalarına götüreceği günü beklemekteler…
Black Mesa’nın güneyindeki Arizona bölgesinin kuzeydoğusunda yaşamaktadırlar. 1050 yılından beri Üçüncü Mesa’da yaşayan Oriabi Puebloları, Kuzey Amerika’nın en eskileridir. Ataları olan Anasaziler, Meksika Azteklileri’yle akrabadırlar ve bugün, onların bundan 5-10 bin yıl önce yaşadıkları yerde yaşıyorlar.
Hopi Kızılderililerinin inançlarında, adları Pokanghoya ve Palongauhoya olan ikiz Tanrı sembolü vardır. Efsaneye göre, yeryüzünün kuzey ve güney eksenlerinin koruyucuları olan bu Tanrılara hükmeden yaratıcının yeğeni Sotuknang, onlara halkı kötü hale gelen “ikinci dünyanın” yıkılması için yerlerini terk etmelerini emretmiştir. Böylece kendini denetleyen kimse kalmayınca dünya delice dönmeye başlar ve iki kez tepe taklak olur. Dağlar büyük bir gürültüyle denize devrilir, deniz ve göller toprağı kaplar; dünya da soğuk uzayda bir buza dönüşür.
Hopiler, “ilk dünyanın” ateş, “üçüncü dünyanın” da su tarafından yokedildiğini iddia ederler.. Hopi Kızılderililerin de eski Mısırlar gibi Sirius’u tanıdıkları ve ona “Mavi Kaçina Yıldızı” adını verdikleri bilinir. Kabilede yaşayan asırlık bir inanç, kabilenin 250 bin yıl önce Sirius sisteminden geldiklerini ve yerleştikleri zaman kapsüllerinin de ya gelecek bin yıldan önce ya da hemen sonra açılacağını söyler.
İkiz Tanrı sembolü, kesin bir şekilde Sirius yıldızıyla ilgilidir; kutupsallık ilkesi, tüm Sirius uygulamalarını içermektedir. Aslan kudreti, kristal kudreti ve zaman faktörüyle birlikte, Siriusyen konsantrasyon pratiğinin dörtlü temellerini oluşturur.
Hopiler, Kaçinaların evinin, üzerinde büyük bulut oluşumları bulunan dağların tepesinde olduğuna inanırlardı. Bugün, bazı UFO’ların Lenticular Bulutları olarak adlandırdığımız, göze görünmemek için yapılan bulut formlarının içinde saklandığını biliyoruz.
Bulutları zaman zaman kamuflaj olarak kullanan UFO'lar
Buluta gizlenmiş birbaşka UFO, yer Vilborg- Danimarka, 17 Kasım 1974
Kendilerinin Pleiadianslılar’ın soyundan geldiğini kabul eden Hopiler, Pleidianlar’a, birbirine sıkı sıkıya bağlı ya da yapışık anlamına gelen ‘Chuhukon’ derler. Siyah Tanrının evi olan Pleiades’e mutluluk için dua ederler. Onlar, kendilerinin dünyaya önce ruh olarak geldiklerini ve sonra canlı kanlı varlık haline dönüştüklerine inanırlar.
Efsaneye göre Hopiler’in bağlılığı, gelecekte bir gün diğer gezegendekilerce görülecek ve onlar da oraya alınacak. Bu nedenden dolayı da onlar şimdi gökyüzünü izleyip UFO’ların gelip onlarla temas kuracakları zamanı bekliyorlar.
Hopilerin inandıkları takımyıldızları hakkındaki bilgileri, dünyanın diğer tarafındaki batılı uygarlıklarının, bizlerin bilgileriyle hemen aynıdır. Farklı adlarla isimlendirilmiş olsalar da düzenekleri birbirine çok benzemektedir.
Dünyayı onurlandıran Achive’ler adında kutsal yerlerin varlığına inanırlar. Bu yerler Şamanların dini işler için dünyaya indiği yerlerdir. Efsaneye göre, çağlar boyunca insan nesilleri yok olma tehlikesinde iken, temiz kalpli insanlar yer altına inip orada korundular. Onlara göre; kendileri dünyanın ortasında Karınca İnsanlar dedikleri bir grup varlıkla beraber oturuyorlar.
Karınca İnsanların resimleri günümüzde Sürüngenimsi ya da Griler varlıklar olarak adlandırılan geniş kafalı, kısa ve kalın vücutlu, 4,5 ya da 6 ince uzun parmaklı uzaylılara benzemektedir. Resimlerin bazılarında, bu varlıklardan onlara telepatik olarak düşüncelerin geldiğini gösteren işaretler vardır.
Günümüzde sayıları 8 bini bulan Hopiler, çok sayıda eski dönemlerden kalmış resimli kayaları muhafaza etmektedirler. Grubun şefi olan Beyaz Ayı, hala onların çoğunun tercümesini yapabilmektedir. Benzer resimler dünyanın her yanında bulunabilir, Beyaz Ayı’nın bilgisi şimdiye dek anlaşılamayan bu tür resimlerin açıklanmasında çok yardımcı olabilecek olmasına rağmen onun sırrını açıklamamaktadır.
Hopi efsaneleri, atalarının sonsuz uzaydan geldiğini ve dünyaya varmadan önce birçok gezegeni ziyaret ettiğini söyler.
Hopiler, bugün bile Tanrılara olan bağlılıklarını sürdürmeye devam ediyorlar. Efsaneye göre bu bağlılıkları yakın bir gelecekte Tanrıları tarafından ödüllendirilecek ve Dünya yıkıcı bir değişim sürecinden geçerken, Hopiler Tanrılarının oturdukları yıldızlara alınacaktır. Onlara göre gerçekleşmekte olan gezegensel değişimler bu günün yaklaşmakta olduğunun habercisidir. Ve onlar şimdi gökyüzünü izleyip UFO’ların gelip onları yıldızlardaki yuvalarına götüreceği günü beklemekteler…
22 Ekim 2012 Pazartesi
türkiye ufo
YIL 2012
U F O GÖZLEMLERİNDE
İNANILMAZ ARTIŞ!...
Nisan – Eylül 2012 Türkiye UFO Gözlem Raporu
Kurumumuza, Nisan 2012- Eylül 2012 tarihleri arasındaki 6 aylık dönemde yapılan UFO ihbar sayısı toplam 3262 olup, bu ihbarlardan 768 tanesi digital fotoğraf veya video kameralarla kayda alınmıştır..Kurumumuz tarafından bu 768 görsel material üzerinde yapılan detaylı analizler ve incelemeler sonucunda , bunların 676 tanesinin yani yaklaşık % 88 inin uydu, Venüs, çin feneri, kuş, leke, balon, fotomontaj, ışık yansıması ve yanılsama gibi açıklanabilir doğal fenomenler olduğu belirlenmiş olup, 92 tanesinin ise, (yaklaşık % 12’sinin) 70 fotoğraf ile 22 video nun “UFO” olduğu tespit edilmiştir…Ayrıca görüntüler bugüne kadar tespit edilen en net görüntüler olma özelliğini taşımaktadır.. Gözlemlerin ve kayıtların yapıldığı bölgeler; İstanbul ve çevresi, Antalya, Alanya, Fethiye, Ordu, Bursa, Samsun, Ankara, İzmir, Efes ve çevresi, Aksaray, Manisa, Afyon, Uşak, Bolu, Denizli, Kayseri, Sivas, Nevşehir, Konya, Sivas, Edirne, Bilecik, Kırıklareli, Amasya, Çanakkale, Eskişehir, Safranbolu, Giresun, Gümüşhane, Kıbrıs, Adıyaman, Ağrı, Siirt, Bitlis, Erzincan, Erzurum, Zonguldak, Avşa adası, Ayvalık, Çorum, İzmit, Bolu ve Uşak.. Türkiye’ de son 10 yıldır yapılan ihbar ve gözlemlerdeki artış her yıl %15-20 civarındayken, 2012 yılında yapılan gözlem ve ihbar sayısı, 2009-2010 ve 2011 yıllarında yapılan ihbar ve gözlem sayılarına ve oranlarına göre %60 artış göstermektedir…Bu durum tüm diğer dünya ülkeleri için de benzer artışları göstermektedir ve dünya genelinde yapılan UFO gözlemlerinde çok ciddi artışlar saptanmaktadır… Dünyamızda ekolojik, jeolojik, ekonomik, sosyal ve toplumsal anlamda çok ciddi değişimler yaşadığımız bu dönemde, UFO gözlemlerinde yaşanan bu ciddi artışın tesadüfi olmadığı kanaatindeyiz.. Önümüzdeki dönemde de UFO gözlemlerinin tüm dünyada ve Türkiye’de çok ciddi bir şekilde artacağını ve 2013-2017 yılları arasının UFO gözlemleri açısından dönüm noktası olacağını ve artık tüm dünya hükümetlerinin bu konuda saklanan gerçekleri açıklamak zorunda kalacaklarını öngörmekteyiz.. Meksika, İngiltere, Fransa, Danimarka, İsveç, Brezilya hükümetlerinden sonra şimdi de 2012 yılı içinde Uruguay Hava Kuvvetleri ile Yeni Zelanda ve Avustralya hükümetleri UFO raporlarını içeren birçok dosyayı halkın bilgisine açmıştır.. Yine geçtiğimiz aylarda, üstdüzey bir düzine askeri yetkili Washington Ulusal Basın Klübünde birçok önemli medya kuruluşunun katıldığı bir basın toplantısıyla, UFO gözlemlerinin birçok defa askeri üslerde ve nükleer başlıklı silahların ve füzelerin konuşlandırıldığı bölgelerde defalarca gözlemlendiğini itiraf etmişlerdir.. Ayrıca Avrupa Parlementosunda UFO belgelerinin gizliliklerinin kaldırılması üzerinde 4, 179, 180 ve 189 maddeleri dikkate alarak Avrupa İşlevselliği Antlaşması üzerinde bildiri yazıldı. Birliğin 33 meclis üyesinin anlaşarak yayınladığı bildiride Avrupa ülkelerinden arşivlerindeki UFO belgelerini halklarla paylaşmaları istendi. Medya kurumlarında, sivil toplum örgütlerinde ve bilimsel çalışmalar yürüten merkezlerde değerlendirilmek üzere kamuoyuna açıklanan bildiride, UFO’ların varlığı kabul edilerek ülkelerden ellerindeki UFO arşivlerini ifşa etmeleri istendi.. Komisyon üyesi 33 devletin imza attığı bildiri tüm dünyada büyük yankı uyandırdı… “UFO Gerçeği” nin dünya hükümetleri tarafından açıklanmasının artık zamanı gelmiştir. İnsanlık için büyük önem taşıyan ve gezegenimizin tarihindeki dönüm noktalarından birini başlatacak olan bu açıklama, dünya tarihinde görülmemiş bir zamanı başlatarak, tüm insanlığı yeni bir bilgi çağına taşıyacak dev bir süreci başlatacaktır.. Basınımızın ve kamuoyunun bilgisine önemle sunarız... Saygılarımızla Haktan Akdoğan Başkan Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi |
Nisan – Eylül 2012 Türkiye UFO Gözlem Raporu
|
12 Nisan 2012 Erzurum Tortu Kalesi üzeri (Fotoğrafı çeken Metin Yasemin) |
04 Mayıs 2012 Kabataş İstanbul (Fotoğrafı çeken İsmail Gökçan) |
19 Mayıs 2012 Ankara Elmadağ bölgesi Karaca Hasan köyü Hacı Murat yaylası (Fotoğrafı çeken İbrahim Tecer) |
22 Mayıs 2012 Amasya merkez köylerine bağlı Eliltekke köyü civarlarında (Fotoğrafı çeken Samet Topçu) |
26 Mayıs 2012 Gümüşhane, Şiran, Çal köyü (Fotoğrafı çeken Behiye Gündüz) |
7 Haziran 2012 İstanbul (Fotoğrafı çeken Hasan Ali Uzun) |
12 Haziran 2012 Kumburgaz İstanbul (Fotoğrafı çeken Yalçın Yalman) |
24 Haziran 2012 Zonguldak Ereğlisi (Fotoğrafı çeken Mustafa Doğan) |
5 Temmuz 2012 Bolu (Fotoğrafı çeken Ali Osman) |
10 Temmuz 2012 Erzincan Munzur dağlarında Erzincan Yamaç Paraşütü Şampiyonasında (Fotoğrafı çeken Barış Tura) |
17 Temmuz 2012 Kayseri kara yolu üzerinde (Fotoğrafı çeken Savaş Şahin) |
2 Ağustos 2012 Gümüşsuyu İstanbul (Fotoğrafı çeken Mahir Uraz) |
7 Eylül 2012 Pamukkale Denizli (Fotoğrafı çeken Aynur Akdeniz) |
10 Eylül 2012 Üsküdar İstanbul (Fotoğrafı çeken Arda Açıktepe) |
Videolar için bakınız: http://www.youtube.com/watch?v=j1KDEU3msGg&feature=youtu.be |
20 Ekim 2012 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)